Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İsmet İnönü Hatıralar - 2

İsmet İnönü

En Yeni İsmet İnönü Hatıralar - 2 Sözleri ve Alıntıları

En Yeni İsmet İnönü Hatıralar - 2 sözleri ve alıntılarını, en yeni İsmet İnönü Hatıralar - 2 kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Stalin teklifsiz konuşuyordu. Bir aralık Troçki’den bahsetti. Troçki’yi nasıl tanıyorsun, diye bana sordu. Fazla bir tanımam yoktur, dedim. Bu­nun üzerine Troçki’yi Enver Paşa ile mukayese etti. Troçki de, Enver Paşa gibi fantezisttir, dedi. Bunlar birtakım hayal içinde ölçü bilmeyen insanlardır, diyerek hükmünü bağladı.
Harp inkılabı bir okuma yazma kolaylığına bağlanamaz. Ama harf inkılabının bizde tesiri ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır.
Reklam
eski Ankara Valisi Abdülkadir, İttihat ve Te­rakkinin. Meşrutiyetten evvelki fedailerindendir. Askerdir. Bizim sınıftan­dır. «Abdüfkadir - Antep» diye tanırız. Son derece enerjik ve kararlı bir adam. Temiz bir adam. Çetin bir ihtilalci İhtilal arkadaşlarına, ihtilal fikirlerine bağlı. Meşrutiyetten önce, en güç zamanlarda İttihat ve Terakkinin en gözde, en güvenilir fedaisi. Böyle bir adam. Abdülkadir, Milli Mücadeleye karışmadı. Uzaktan takip ediyor. Bil­miyorum. bu esnada, belki arkadaşlarıyla beraber bir macera içinde bu­lunmuş olabilir. İzmir suikast tertipçileri içinde Abdülkadir bulunsaydı, vaziyet çok tehlikeli olurdu. Bir defa tertibi bu kadar dağıtmayacaktı. Tek başına da yapabilirdi. Herhalde, icra kısmını da kendi üzerine alacaktı. O zaman son derece basite irca ederek tatbike geçerdi. Tertip ondan gelseydi bu işi mutlaka bitirirdi.
Şapka inkılabından sonra, Ankara Valisi Yahya Galip Beyin bir ziyaretini hatırlarım. Aynı zamanda mebus olarak bulunan Yahya Galip Bey de çok yakınımızdı. Bir teklifi vardı. Nedir, dedim. «Şapkanın orta yerine bir ayyıldız koyalım. Diğer milletlerden farkımız belli olur» dedi. Teklifi bu. Yahya Galip Beye, «Canım, biz bunları farkımız olmasın, diye yapıyoruz. Sen ne teklif ediyorsun» tarzında çıkıştım.
Terakkiperver Fırkanın kuruluşu, Atatürk'ün süratli icraatla nereye kadar gideceğinden ve ne şekilde bir otorite tesis edeceğinden korkulma­sı üzerine, onunla beraber çalışma imkânından ümideri kesildikten sonra girişilmiş bir teşebbüstür. Zaman, bu ayrılığın zaruri olan üzümü verici te­sirlerini kendi öiçüsünde muhakeme etmiştir. Benim kanaatimce, fırka er­kânının şahsi hizmetlerini, şahsi değerlerini hakiki ölçüsünde değerlendir­miştir. Siyaset ayrılığının vukua getirdiği neticeler, fikir ayrılığından, re­formların tabiatından ve reformları tatbikteki metot farkından, buna ayak uydurmak, hazmetmek istidadının zayıflığından olmuştur. Tarih, bu ayrılıkları değerlendirecektir ve herkes tarih içinde kendi haklı yerini muha­faza edecektir.
Terakkiperver Fırka erkânı, reformcu kimselerdi ama OsmanlI reformcusu idiler. Ben dahil, hiçbirimiz, reformculukta Atatürk- metotlarını daha evvel görmüş, düşünmüş, benimsemiş değiliz. Atatürk metotları meydana çıkınca, ben sükûnetle vaziyeti mütalaa ederek, halin, zamanın tedbirleridir diye düşünmüşümdür. Atatürk'le konuşmalarımızda, yapılabilirse bu şimdi yapılır, dediği zaman benim inanmam, ötekilerin korkması... Farkımız bundan geliyor. Halbuki zaman da farklıydı, Atatürk ile aralarındaki ölçüler de farklıydı. Beraber bulundukları bir işten çıkıp, dışında kalarak, onun cereyan tarzını takip etmeye istidatları zayıftı.
Reklam
Esasen bizim siyasi bünyemize eskiden beri şu hastalık arız olmuş­tur: Muhalefette veya İktidarda bulunanlar; kendisi şahsen geniş yürekli ve serbest fikirli olsa da din cereyanlarından istifade etmek imkânı bulu­nursa, teşkilatıyla, maiyetiyle siyasi bir menfaat olarak, muvakkaten di­ye, belli bir merhaleyi geçinceye kadar diye, şimdilik diye ondan istifade etmeye kalkar. Kültürü buna müsait bulunmayanların bile bu sakat mey­lini yenmek mümkün olmuyor. Siyasi hayatımızda bu hastalık içine başın­dan beri girmişizdir ve nihayetine kadar bu hastalıktan kurtulamamışız­dır.
Şeyh Sait İsyanının sebeplerini değerlendirirken dikkatli olmak gerek­tiği kanaatindeyim. Herhalde bunu bir milli hareket olarak kabul etmemek lazımdır. Milli Mücadele esnasında ve Lozan müzakereleri devam ederken, Kürtler umumi olarak Türk camiasında bulundular ve memleket birliğini muhafaza etmek milli hükümeti kuvvetli bulundurmak için arzu ile yardım­cı oldular. (…) Bununla beraber bu isyanın sebep­leri arasında, Doğu Anadolu'daki sosyal meseleler üzerinde düşünmek icap eder. Doğuda şeyh hâkimiyeti ve herkesin kendine göre bir nüfuz mın­tıkası, bir hâkimiyet bölgesi meselesi vardır. Öteden beri, OsmanlI İmparatorluğu'ndan beri devam eden bu vaziyet, tahrikin ve cüretin temeli ola­bilir.
Şeyh Sait İsyanında memlekette senelerden beri yu­valanmış olan oropagandanın eserleri görülmüştür. İngilizlerin Musul hareketi esnasında ve daha sonra Nasturi ayaklanmalarında olduğu gibi, hudutlarda ve dışarıda propagandayla, münasebetlerle Şeyh Sait İsyanının patlamasında zahiren yardımcı oldukları intibaı mevcuttu.
Laik cumhuriyet şekilleniyor. 1924 Anayasasını da bunun esaslı bir adımı saymak lazım. Yalnız bir nokta dikkati çekmektedir. Bu anayasada, «Türkiye Devletinin dini, dini İslamdır.» hükmünün yer aldığını görürüz. Cumhuriyetin ilanını sağlayan birkaç maddelik değişiklikle anayasamıza giren bu hüküm, yeniden yapılan 1924 Anayasasında aynen muhafaza edilmiştir. Bunu şöyle izah edebiliriz Reformları, bizzat hâkim olarak tat­bik ediyoruz. Hareketlerimiz dini İslama mugayir değildir. Bu tesiri muha­faza etmek istiyoruz. Şartlar, bizi ihtiyata mecbur etmiş, demektir. Böyle bir hükmün anayasaya sonradan sokulması, laik cumhuriyet konusunun henüz daha kâfi derecede işler halde olmadığını gösterir.
Reklam
Gerek Rauf Bey, gerek diğer arkadaşlar, Atatürk'ü, neler yapacağı bilinmeyen bir insan olarak kabul ediyorlar. Başından beri böyle tanımış­lar ve bunun için ondan korkarlardı. Onu frenleyecek ve nihayete kadar bu hususta emniyet verecek tek çareyi, ne yapacaksa yapmadan evvel kendilerinin muvafakatini almasında görüyorlar. Kendilerine vaziyette bu­lunurlarsa bulunsunlar böyle olmasını istiyorlardı.
Bence Rauf (Orbay) Bey ile Atatürk arasında olan ihti­laf iki sebepten geliyordu. Birincisi, reformlardan. Atatürk’ün yapmakta olduğu reformları, Rauf Bey, kendisinin hazmedemeyeceği ölçüde kanaa­tinin dışında görüyordu. Bunlar söylenir söylenmez veya tatbike konulup meydana çıkar çıkmaz, Rauf Bey üzerindeki tesirleri ağır oluyordu. İkin­cisi; önde bulunmuş birinci derecede hizmet etmiş bir insan olarak, iktidarda bulunduğu zaman da bulunmadığı zaman da yapılacak işlerden ken­disi ve arkadaşları haberdar olsunlar ve bunlar üzerinde müzakere edil­sin, tarzında bir usulü iltizam etmesidir. Bütün ihtilaf buradan çıktı zan­nediyorum.
Biz en ümitsiz günlerde, en güç şartlar içinde memleketi düşman is­tilasından kurtarmaya çalışırken, onlar İstanbul'da aralarında Yunan subaylarının da bulunduğu toplantılara, kokteyllere gidiyor ve eğleniyorlardı. Üstelik bizi de dinsizlikle itham ediyor, biz düşmanla muharebe ederken, ayrıca İstanbul Hükümetinin ordusu ile uğraşmak mecburiyetinde kalıyor­duk. Bütün bu şartlar içinde memleketin artık saltanatla idare edileme­yeceğini, kurtuluştan sonra tekrar memleket kaderinin onların eline teslim edilemeyeceğini iyice anlamıştık. Bu, hepimizde kesin bir kanaat hailine gel­mişti. Hepimizde derken, şüphesiz hâlâ saltanat taraftarı olanları kastetmi­yorum. Söylemek istediğim, başta Atatürk olmak üzere, ben ve bizim gibi düşünenler bu kanaatte idik.
Cumhuriyetin ilanı günlerinde hissettiğimiz sevinç, büyük zafer gün­lerinde duyulan sevinç kadar bir ferahlık vermiştir bize. Artık devletimizin şekli belli olmuştur. İçeride ve dışarıda bütün dünyaya karşı açıktan vazi­yet almışız. Yepyeni bir devlet. Ve biz, bütün ideallerimizi tahakkuk ettir­mek için sorumluluğumuzu bilerek, cesaretli bir çalışma yoluna girmiş olu­yoruz. Bu bize büyük ferahlık vermiştir. Büyük enerji vermiştir. Böyle bir kanaatle cumhuriyetin ilanını karşıladık ve cumhuriyetin ilanı üzerine Atatürk'ün bana teklif ettiği başvekâlet vazifesini böyle bir şevkle deruhte ettim.
Arkadaşlardan birçoğu cumhuriyet ilânının vakitsiz ve sırasız olduğunu düşünüyorlardı Vakitsiz, sırasız olduğunu düşünürler derken, lüzumsuz olduğunu, arzu edilir olmadığını ifade etme­yi, «acele» şeklinde tevile çalıştıkları bilinmelidir. Cumhuriyet ilanından ev­velki münakaşalarda bu hissolunuyordu. Kimler? Eskiden beri ön safta bulunan ve Atatürk'le ihtilafa düşmüş olan arkadaşlar, başlıca bu fikri temsil ediyorlardı.
68 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.