Değerli Orhan Pamuk bu kitabında İstanbul’un tarihi ile kendi çocukluk ve gençlik anılarını harmanlayarak otobiyografik bir roman oluşturmuş.
Hayranı olduğu 4 yazardan etkilenerek anlatmış İstanbulunu. Bu yazarlar
Ahmet Hamdi Tanpınar
Yahya Kemal
Reşat Ekrem Koşu ve
Abdülhak Şinasi Hisar’dır.
Kitap soluksuz okunabilecek bir anlatım ve açık bir dil ile yazılmış.
Sonuna doğru Masumiyet Müzesi’ni okuyanların ve müzeyi ziyaret edenlerin heyecanlanacağına eminim. Çünkü o kitabın Orhan Pamuk’un kendi yaşantısına esinlenerek yazdığına emin oldum. Çok benzer olayları bu kitabında da anlatıyor.
İstanbul’da anlattığı en ilginç olay ise, mimarlık fakültesinde okurken bile mimar olmayı istemeyip, çocukluğundan beri hep yaptığı resmin peşinden gidip ressam olmayı düşündüğü yıllardan sonra bir anda resimden vaz geçip bir anda yazar olmak istemesi.
Herkese keyifli okumalar diliyorum.
Tarabyanın şimdiki gibi turistik lokantalar ve oteli ile ünlü bir gezi yeri değil, 100 yıl önce ünlü şair Kavafis’in çocukluğunda yaşadığı sakin bir rum balıkçı köyü olduğu zamanlar, oraya Therapia (iyileşme) dendiğini öğrendiğimde de belki bu yüzden fazla şaşırmamıştım.
Nişantaşı semti adını, 18. yüzyılın sonları ile 19. yüzyılın başlarında reformcu ve batılılaşmacı padişahların üçüncü Selim, ikinci Mahmut’un spor olsun, keyif olsun diye boş tepelere nişanladıkları okların düştüğü, bazan da tüfekle vurdukları boş testilerin kırıldığı yeri işaretlemek için dikilen taşlardan alıyordu.
Oturma odalarının ev sahiplerinin vakitlerini huzurla geçirebilecekleri rahat mekanlar olarak değil, ne zaman geleceği hiç bilinmeyen kimi hayali ziyaretçiler için kurulmuş birer küçük müze gibi düzenlenmesinin arkasında elbette batılılaşma merakı vardı.
Ben doğmadan 102 yıl önce İstanbul’a geldiğinde şehrin kalabalığı ve değişikliğinden etkilenen Flaubert, bir mektubunda Constantinopolis’in 100 yıl sonra dünyanın başkenti olacağına inandığını yazmıştı.
"Yorgunluk ve sıkıntı içime iyice yerleşmeye başlayınca bütün sokaklar, artık bakmak istemediğim vitrinler yavaş yavaş rengini kaybeder, şehri siyah-beyaz bir yer olarak görmeye başlardım."
“ Bir şehrin güzelliği, tarihinin zenginliği ya da esrarı bizim ruhsal acılarımıza niye ilaç olsun? Belki de yaşadığımız şehri, tıpkı ailemiz gibi, başka çaremiz olmadığı için severiz! ”