Aşiretler ya da topluluklar halinde yaşanan Afgan ülkesinde, ister göçebe ister tapınak bekçisi olsun, ancak yanında bir silah olduğunda yaşadığını hisseder insan.
"Yüzün elimde kalan son güneş," diye ona itirafta bulundu Muhsin. "Onu benden esirgeme ... " "Geceye direnecek güneş yoktur," diye karşılık verdi Züneyra, peçesini anlamlı bir şekilde düzelterek.
Mezarlıkların genişlik bakımından boş arazilerle yarıştığı, asker konvoylarını cenaze alaylarının takip ettiği bir ülkede, insanlara fazla bağlanmamayı öğretmişti savaş ona; mizaçlarındaki küçük bir değişiklik bu insanları elinden alabilirdi.
-Fahişenin biri meydanda recmedildi. Kan isteyen soysuzlar kalabalığına nasıl karıştım bilmiyorum. Bir kasırga tarafından yutulmuş gibiydim. Ben de ilk sıralarda olmak, iğrenç yaratığa yakından bakmak istiyordum. Taş seli dişi şeytana yağmaya başladığında, kendimi birdenbire yerden taş alıp ona atarken buldum. Çıldırmıştım Züneyra. Nasıl yapabildim? Tüm hayatım boyunca, bir vicdani retçi, inancı gereği savaşa karşı çıkan biri olarak gördüm kendimi. Ne tehditler ne de vaatler elime silah alıp ölüm saçmaya ikna edebildi beni. Düşmanlarım olmasını kabulleniyordum ama kim olursa olsun birine düşman olmayı yediremiyordum kendime. Ve bu sabah Züneyra, sırf kalabalık çığlıklar atıyor diye ben de çığlıklar attım, sırf kan istiyor diye ben de istedim. O andan beridir de artık tanıyamaz olduğum ellerimden alamıyorum gözlerimi. Gölgemden kurtulmak, davranışımdan uzaklaşmak için sokaklarda yürüdüm; her sokak köşesinde, her yıkıntının dönemecinde bu yoldan çıkma anıyla burun buruna geldim. Kendimden korkuyorum Züneyra, dönüştüğüm adama hiç güvenim yok artık.