Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Kağıt Medeniyeti

M. Orhan Okay

Kağıt Medeniyeti Gönderileri

Kağıt Medeniyeti kitaplarını, Kağıt Medeniyeti sözleri ve alıntılarını, Kağıt Medeniyeti yazarlarını, Kağıt Medeniyeti yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"Kanı ol gül gülerek geldiği demler şimdi Ağlarım yadıma geldikçe gülüştüklerimiz"
Sayfa 178Kitabı okudu
"Söylemem derdimi hem-derdim olan âha bile Belki şu sinedeki nâle-i cangâha bile Kendi bî-şüphe bilir râz-ı derunu yoksa Ehl-i dil söyleyemez derdini Allah'a bile"
Sayfa 177Kitabı okudu
Reklam
"Kaç asır geçti o hicran üzerinden, bilmem; Kimlerin kahpe felek doğradı ekmek kanına? Bildiğim varsa, cihan halkı, o günden bugüne Yanarız memleketin tığ gibi Genç Osman'ına!"
Sayfa 155Kitabı okudu
Türkiye'nin deprem kuşağı üzerinde olması jeolojinin bize sunduğu ilmî bir bilgi ise bu, her depremde tekrarlanan ve birtakım insanları, kurumları kurtarıcı bir slogan olmamalı. Bu laf, bir kaderci (cebriyye) felsefesi gibi ne zamana kadar suratlarımıza fırlatılmaya devam edecek? Peki, bu bahane Türkiye'yi daha hangi kuşaklar üzerinde göstermeye kadar uzanacak? Sel baskını mı? Trafik kazaları mı? Yangınlar mı? Rüşvet mi? Zulüm mü? Ya "mahkemelerden ebedî sürülen hak" kuşağı mı? Gerçekte sarsıntı geçi- ren, memleketin sadece şu veya bu yöresi değil, bütün kurumlarıyla bir toplum, bir vatan, bir devlettir. Ama başka bir gözle bakıldığında, iyimserliğe açık bir hadise de var: Hiçbir depremde böyle bir sarsıntı bu kadar güçlü ve bütün millete sirayet eden bir duyguyla yaşanmamıştı. Bütün kayıplara rağmen, eğer gafletten, herkesin alametlerini gördüğü bir uyanma olacaksa bunu milletimizin geleceği için sonu hayır olan bir kâbus diye yoralım. Yoksa hemen bütün Doğu, yani Müslüman kavimlere karşı, yıllarca evvel Muhammed İkbal'in "Ez-hâb-ı giran, hâb-ı giran hâb-ı giran hîz" diye çığlık attığı, Mehmed Akif'in "Ey koca Şark, ey ebedî meskenet / Sen de kımıldanmaya bir niyyet et" diye isyan ettiği kayıtsızlık, vurdumduymazlık mısralarını gelecek nesillerde de tekrar eden şairler çıkacaksa uyanış korkarım kıyamete kalır.
Sayfa 151Kitabı okudu
Reklam
İnsanlar ateş saçan bir topun üzerinde, vehim ve korkuya kayıtsız, büyük bir emniyet içinde uyurlar. İyi ki uyurlar. İyi ki her insan filozof ve şair değil. İyi ki hafıza-i beşer nisyan ile malûl. Hafıza kadar, unutmak da hilkatin insana bahşettiği büyük bir nimet. Yaşama ve direnme gücümüzü, geleceğe ait ümitlerimizi unutma sayesinde buluyoruz. Bu düşünce felsefî bakımdan insanı rahatlatır. Ancak gerçek biraz daha buruk. Unutma ile hatırlamanın hayat düzenini devam ettirecek seviyede bir denge içinde olması gerek. Sağlıklı toplumlarda bu dengeden yöneticiler, sosyal ve ilmî kurumlar sorumlu.
Sayfa 149Kitabı okudu
He :)
Torun bir gün annesine, ilk filozoflardan beri insanlığın derdi olan, Dekart'ı da, bütün metafizikçileri ve mistikleri de o kadar bunaltan müthiş soruyu sormakta gecikmedi: "Anne, biz gerçek miyiz?"
Sayfa 144Kitabı okudu
Zaten ilkellik de insanlığın çocukluğu değil midir? Çocuklarda da gerçeklerin hayallerle, masallarla, rüyalarla birbirine karıştığını, hemen herkes şahsî hatıraları arasında bilir. Hatırlamıyorsa da kendi çocuklarında veya etrafındakilerde müşahede etmiştir. Yukarıdaki örneği genişletmekte, genelleştirmede bir engel yok. Özdeşliğe ve çelişmezliğe aykırı bu gibi davranışlar, ilk bakışta yalnız ilkellere mahsus, hatta sağlıklı bir akıl için sapma gibi görünüyor. Halbuki bunların insanın hayal gücünü geliştirdiği, neticede sanat ve edebiyatta yaratıcı gücün kaynaklarından birini teşkil ettiği de düşünülmelidir. Başta bilimkurgu romanları, filmleri olmak üzere...
Sayfa 141Kitabı okudu
Lisede felsefe-sosyoloji derslerimize gelen rahmetli hocam Nurettin Topçu, insanın temel şuur bilgisi olan özdeşlik ve çelişmezlik prensiplerini ve gerçeklik duygularını anlatıyordu. İlkel insanların, kendilerinin aynı zamanda totemleriyle bir ve aynı şey olduklarını zannettiklerini söylerken şöyle bir misal de vermişti: İlk Afrika gezginleri, ilkel zenci kabileleri arasında onların fotoğraflarını çekip kendilerine gösteriyorlarmış. Fotoğrafta kendilerini gören zenciler "bu, ben'im" diyorlarmış; gezgin resmi alıp götürürse "beni aldın" diyor, hele bir de resmi yırtmağa kalkarsa "beni öldürdün" diye ağlıyorlarmış.
Sayfa 141Kitabı okudu
Reklam
"Londra, 24 Şubat 1960 Siz benim karlı dağ başında kalmış oğullarım Şinasi, Orhan, Haluk, Mehmet! Oradan ayrılırken, şüphesiz sevdiğim Erzurum şehrini bıraktığıma üzüldüm. Asırlar öncesini bağıra çağıra dile getiren Behçet Efendi'yi bir daha dinleyemiyeceğime üzüldüm, fakat en çok üzüldüğüm, varlı- ğınızla öğündüğüm, sevindiğim sizler oldunuz. Kendimi parçalanmış hissediyorum. Eğer olanlar olmamış olsaydı şimdi aranızda bulunacak, belki daimî olarak orada kalacaktım. Manasız idarî işler yüzünden, sizlerle istediğim gibi konuşamadım. Rektör dönünce, ağırlıkları üzerimden atarak, hep sizlerle uğraşacak, toplantılar yapacak, müşterek mevzularımızı bir bir ele alacaktım. Kısmet olmadı. Fakat tamamiyle oradan kopmuş değilim, bir gün tekrar oraya döneceğime kuvvetle inanıyorum. Dünya beklenmedik hadiselerle dolu. Bir ay önce Londra'ya geleceğimi ve size buradan hitap edeceğimi aklıma getirebilir miydim? Hiç belli olmaz, bir de bakarsınız, altı ay yahut bir sene sonra tekrar orada olurum. Gönlüm ve düşüncemle daima aranızda olduğumu hiç unutmayınız. Uzaklarda olsam da siz daima benim oğullarım, kardeşlerim olarak kalacaksınız. Sizin dertleriniz bana ıstırap verecek, başarılarınız beni sevindirecek." (Türk Edebiyatı, N. 400, Şubat 2007)
Sayfa 124Kitabı okudu
"Yakınında olmayı isterdim. Seninle konuşacağımız çok şeyimiz var."
Sayfa 119Kitabı okudu
Ziraat hiç şüphesiz ekonomiye, yani geçime ve hayatın devamına mahsus yani pragmatik bir faaliyettir. Fakat çiçek sevgisi hasbîdir. Temelde estetik zevke dayanır. Gerçi estetikçiler tabiattaki güzelliği estetik konusuna dahil etmezler ama çiçeği seçmek, yetiştirmek ve tanzim etmek de bir tarafıyla insanın vücuda getirdiği bir güzelliktir. Batı ülkelerinde çok erken devirlerde başlayan bahçe mimarîsi muhakkak ki o kültürün önemli bir parçasıydı. Ama Avrupa bahçe kültürünün asıl kaynağının da Ortadoğu oldu- ğunu kaynaklar haber veriyor. Ancak Doğu'daki bu kültürün, daha sonra Avrupa ülkelerinde geliştirildiği gibi geometrik düzenden ziyade mümkün olduğu kadar tabii hâliyle tanzim edilmiş meyva ağaçlarıyla çiçeklerden oluştuğu anlaşılıyor.
Sayfa 101Kitabı okudu
Çocukluğumuzun İstanbul'unda da her şey güzeldi zannedilmesin. Üst üste savaşlar, depremler, yangınlar sonunda bir de ekonomik durumun zayıflığı birçok yeri virane hâlinde bırakmıştı. Yapılması gereken, yüzyılların getirdiği şehir mimarisini oluşturan güzellikleri ıslah ederek yeni devirlere taşıyabilmekti. Zamanında bu yapılamadı. Biraz uyandığımız zaman ise iş işten geçmiş, birçok tarih objesi kaybolmuştu. Ayvazoğlu'nun "Sonsöz"de belirttiği gibi viraneye dönmüş o ecdad eserlerinin büyük bir kısmının bazı hayır kurumlarına, vakıflara tahsis edilerek kurtarılmış olması da bu arada isabetli olmuştur. Divanyolu kitabı bize her sokağın bir müze olduğunu bir kere daha hatırlatıyor.
244 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.