Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Soykırım Teknokratı Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun İzinde Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Devlet Mekanizması

Kanun ve Nizam Dairesinde

Ümit Kurt

Kanun ve Nizam Dairesinde Sözleri ve Alıntıları

Kanun ve Nizam Dairesinde sözleri ve alıntılarını, Kanun ve Nizam Dairesinde kitap alıntılarını, Kanun ve Nizam Dairesinde en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
“Benim suçum yoktur; sırf vazifesini kanun ve nizamlar dairesinde yapmış bir memurdan başka bir şey değilim.” Mütareke sonrası gözaltındaki sorgusunda kendisine yöneltilen suçlamalara bu cevabı veriyor Mustafa Reşat Mimaroğlu. O, her memur, bürokrat veya teknokrat gibi, kanunlar ve yönetmelikler neyi gerektiriyorsa görevini o şekilde yapmakla, üstlerinin emirlerini ve talimatlarını sorgusuz sualsiz yerine getirmekle yükümlüdür. Zira, Ahmet Emin Yalman’ın da vurguladığı üzere, “üstlerinin emrinden kıl kadar ayrılmaya razı” olmayan bir devlet memurudur.
Kürtlerin neredeyse 19. yüzyılın sonundan günümüze kadar süregelen demokratikleşme eksenindeki reform talepleri bu ekonomik indirgemeci, merkeziyetçi, modernist ve devletçi akıl/zihniyet tarafından boğulmuştur. Mustafa Reşat Mimaroğlu bu zihniyetin ilk tohumlarını atmış, bir anlamda onun harcını karmış ve ona bolca da mühimmat sağlamıştır. Bu zihniyet devamlılığının devletin bekası paydasında buluştuğunun altını çizmek gerekir. Bilhassa Kürtlerin güvenli, huzurlu, eşit vatandaşlık temelinde yaşama ve bunun anayasayla garanti altına alınması gibi talepleriyle Ermenilerin Abdülhamid döneminden İttihat ve Terakki’ye kadar olan süreçteki reform talepleri ciddi benzerlikler ihtiva eder. Haddizatında Mustafa Reşat’ın teknokrat kimliğinde somutlaşan ve temsil edilen, devletin Kürt meselesine ilişkin hâkim paradigması ve bunun etrafında şekillenen politikaları, öncesinde Ermeniler özelinde tehcir, taktil ve imha; Kürtler söz konusu olduğunda ise şiddetle bastırma, baskı, imha, inkâr ve asimilasyon olmuştur. Devlet zihniyetindeki bu sürekliliğin ilk eskizlerini çizenlerden biri Mustafa Reşat’tır.
Reklam
Yeni modern ulus devlet ve Cumhuriyet rejimi, Şükrü Kaya, Tahsin Uzer, Abdülhalik Renda, Ali Rıza Öğe, Zeynel Abidin Özmen, Hüseyin Aziz Akyürek, Esat Uras ve Mustafa Reşat Mimaroğlu gibi üst, orta, alt-orta ve alt ölçekli bürokrat-teknokrat kadroların teşkil ettiği bu kuşağın emeği, mesaisi, çabaları, eylemleri ve zihniyeti üzerine oturur. Mustafa Reşat başta olmak üzere söz konusu şahsiyetler “emeklerinin” karşılığını fazlasıyla almışlardır
Necmeddin Sahir Sılan Arşivi ile Doğu Raporları karşılaştırıldığında, Sılan’ın Tunceli (Dersim) vilayeti ve kazalarına ilişkin hazırladığı raporlar ve bu raporlarda sunduğu bilgi repertuvarı, kendisi gibi bir teknokrat/bürokrat olan Mimaroğlu’nunkilerle somut benzerlikler içerir. Bu anlamda Mustafa Reşat’ın topladığı ve siyasi elitlere sunduğu geniş bilgilerin “Şark Sorunu”na ilişkin önemli ipuçları sağladığını söyleyebiliriz. Zaten Dersim başta olmak üzere bahsi geçen bölgelerde 1927’de Umumi Müfettişlikler kurulur. Umumi Müfettişler de tıpkı Mustafa Reşat Bey gibi, İçişleri Bakanlığı’na bölgenin durumuna ilişkin raporlar sunarlar. Memleketin “geri kalmış” bölgelerindeki “ıslah” çalışmalarını denetleyen, Kürt sorunu ile yakından ilgilenen, memleket sathında örgütlü bir bürokratik ağın, merkezi devlet gücü ve otoritesinin tesisi için uğraşan umumi müfettişlerin, Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun çalışmalarından, raporlarından istifade ettiğini ve ondan ilham aldıklarını gözlemlemek mümkündür. Yeni kurulan Cumhuriyet’in siyasi ve idari kadrolarının bölgeye yönelik kolonyal yaklaşımı, bu coğrafyayı onlar nezdinde adeta zapturapt altına alınması ve fethedilmesi gereken bir “mekân” haline dönüştürmüştür. 19. yüzyıla uzanan bir geçmişe sahip, bölgeye yönelik bu dahili/yerli/iç sömürgeci yaklaşımın bürokratik ve idari payandalarının, sütunlarının teşekkülünde bir teknokrat memur olarak Mustafa Reşat’ın Dahiliye Vekaleti’ne sunduğu raporları ve kendisinin bu coğrafyaya ilişkin yaklaşımı önemli rol oynar.
Mustafa Reşat, Ermenilerin başına gelen felakette doğrudan oynadığı rol ve üstlendiği vazife ile ilgili herhangi bir pişmanlık emaresi göstermeyen, hatta yaptıklarının ve yapılanların bilincinde olup bunlarla övünen, “vatana hizmet etmek” gibi kutsal bir görevi yerine getirdiğine inanan bürokrat bir Cumhuriyet elitidir. Esas itibarıyla Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun hayat hikâyesi ve özellikle soykırım sonrası kariyeri, Mustafa Kemal liderliğinde, aralarında mebzul miktarda İttihatçı bulunan, o dönemki adı ve sanıyla Kemalist kadroların şekillendirdiği yeni ulus devletin bir “Failler(in) Cumhuriyeti” olduğunu, net, açık ve somut bir biçimde gözler önüne serer.
Mustafa Reşat, 1923’te Dahiliye Vekaleti tarafından Diyarbakır’a İkinci Sınıf Mülkiye Müfettişi olarak atanıyor. Öncelikli müfettişlik merkezi Siirt. İlaveten Bitlis, Genç, Muş, Van ve Hakkâri, mıntıkası dahilinde. Daha sonra buralara Diyarbakır, Mardin ve Siverek ekleniyor. Mustafa Reşat Bey’in Doğu vilayetlerine dair bilgisi ve gözlemleri dikkat çekici. Etnografik çalışma yapan bir araştırmacı gibi görev yaptığı, gezdiği, gördüğü ve geçtiği yerler hakkında tafsilatlı bilgiler topluyor. Buraların demografik, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve sosyo-politik yapısına ilişkin önemli notlar alır. Bu bölgeleri köy köy, kasaba kasaba, mezra mezra bilir. Bir müfettiş olarak topladığı bilgiler, edindiği gözlem ve izlenimler ileriki dönemlerde devletin doğu vilayetlerinde uygulayacağı siyasalar için temel teşkil eder. En azından bu bölgelerin zemin etüdünü yapan Mustafa Reşat’ın, bir hayli oryantalist-medeniyetçi ve modernist olan izlenimleri var. Mimaroğlu bu bölgeleri hükümetin nüfuzunun işlemediği, giremediği; geliştirilmesi, bayındır hale getirilmesi, “ıslah edilmesi” ve “medenileştirilmesi” gereken yerler olarak tasvir eder. Mustafa Reşat’ın Kürt coğrafyasına dair raporlarında yer verdiği gözlemlerin ve benimsediği yaklaşımın devletin bölgeye ve Kürt sorununa bakışında 1990’ların sonuna kadar hakim olduğunu söylemek mümkündür.
Reklam
Türlü işkencelerden geçtikten sonra yaklaşık üç ay komiserliğin hapishanesinde kalan Şavarş Misakyan, sorguların birinde Mustafa Reşat’a “Madem Ermeni komiteciler suçluydu bütün halkı yakacağınıza, çöllere kadar süreceğinize bir tek onların peşine düşseydiniz” dediğinde, Mustafa Reşat Bey’in kendisine verdiği cevap, tarihe not düşülecek nitelikte: “Yara kangren olmuştu… Hınçak, Taşnak bunların hiçbirinin benden gizlisi saklısı olamaz. Ne yaptıysak olmadı, beş yaşındaki çocuk büyür aynı yolda devam eder. Şimdi Suriye’de rahat edersiniz, Araplar daha iyidir, gidin onlarla anlaşın.” İkili arasında geçen bu diyalog, bir polis müdürü ve bürokrat/memur olarak Mustafa Reşat’ın “Ermeni Sorunu” ile ne derece haşır neşir olduğunun göstergesi aslında. İlaveten, Mustafa Reşat Bey’in meseleyi tanımlarken ve sorunu kendi dağarcığıyla teşhis ederken seçtiği ve kullandığı kelimeler, karar verici siyasi aktörlerin emri altında çalışan bir bürokratın/teknokratın zihniyetini anlamamız açısından çarpıcı. Talat Paşa’nın ifadesiyle “kamilen izale edilmesi gereken bir gaile” olan Ermeni meselesi, ona mutlak itaatle yükümlü teknokrat Mustafa Reşat için kangren olmuş bir yaradır; bu yaranın/gailenin tamamen ortadan kaldırılması için tek çare kesip atılmasıdır. Biri siyasetçi diğeri bürokrat/teknokrat olan bu iki tarihi kişiliğin bu meseleye yaklaşımlarındaki zihinsel süreklilik dikkate değer. İşte raison d’état, yani devlet aklı dediğimiz kavram tam anlamıyla bu şekilde vücut bulur.
Mustafa Reşat Bey’in memurluğunun ilk döneminden beri neredeyse takıntılı biçimde eleştirdiği ve Doğu/Güneydoğu bölgelerindeki en başat sorun olarak gördüğü aşiretlere dayalı feodal düzen, 1938’de Dersim’de gerçekleştirilen “tedib” hareketiyle ilga edilir. Bu bölge, Mimaroğlu’nun layihalarında defaatle belirttiği üzere, devletin kontrolünde, bir toplum ve etnisite mühendisliği etrafında “modernleştirilir.” Devletin bölgeye yönelik yaklaşımındaki ve buna bağlı olarak uygulamaya koyduğu siyasalardaki devamlılık ve süreklilik dikkat çekicidir. Bu meseleye ilişkin raison d’etat (devlet çıkarı) Mustafa Reşat gibi bir bürokratta somutlaşır.
Tanzimat’tan beri devlet ricalinin ve bürokrasisinin Doğu ve Güneydoğu’ya yönelik merkeziyetçi, modernist, ehlileştirici, ıslah edici ve medenileştirici söylemlerini ve siyasalarını benimsediğini düşündüğümüzde, Mustafa Reşat Bey’in Kürtlerin sistematik asimilasyonunu amaçlayan bir etno-demografik sosyal mühendislik projesi olan, başta 25 Eylül 1925 tarihli Şark Islahat Planı olmak üzere, yukarıda bahsi geçen Umumi Müfettişlik raporlarının, 14 Haziran 1934 tarihli İskân Kanunu’nun ve 1935 Tunceli Kanunu’nun altyapısının/zemininin temellerini atan bürokratlardan biri olduğunu iddia etmek zor değildir.
Mustafa Reşat’ın 24 Nisan 1915’de tutuklattığı Ermeni aydınları ölüme gönderen eylemleri, onun için modern bir bürokratik organizasyonda adeta sıradan idari işlemlerden biridir. Bu anlamda Weber’in modern bürokrasi için kullandığı “demir kafes” metaforunun Mimaroğlu için geçerli olduğunu söylemek güçtür zira ona verilen görevi layıkıyla yerine getirmek için oldukça istekli ve bilinçlidir, hatta kendisini bu hususta yetkili hisseder.