Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Edebiyat Teorisinden Dil Felsefesine Seçme Yazılar

Karnavaldan Romana

Mikhail Bakhtin

Karnavaldan Romana Sözleri ve Alıntıları

Karnavaldan Romana sözleri ve alıntılarını, Karnavaldan Romana kitap alıntılarını, Karnavaldan Romana en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Söz için (ve dolayısıyla, bir insan için) yanıt yokluğundan daha korkunç hiçbir şey yoktur. Yanlış olduğu bilinen bir söz bile tamamen yanlış değildir ve daima, biçimde bile olsa kendisini anlayacak ve haklı çıkaracak bir örnek önvarsayar: “Benim konumumda kim olsa yalan söylerdi.” Karl Marx, yalnızca sözde dile getirilen düşüncenin başka bir kişi için gerçek bir düşünce olduğunu ve ancak aynı yolla kişinin kendisi için bir düşünce olduğunu söyler. Ama bu öteki yalnızca dolaysız öteki değildir (ikinci alıcı); söz, kendisine yanıt veren bir anlama arayışıyla ilerler sürekli.
Dilbilim yapıtla değil metinle ilgilenir. Yapıt hakkında söyledikleri, el altından işin içine katılır ve saf dilsel analizden kaynaklanmaz. Dilbilimin kendisi de genellikle daha en başından itibaren doğası gereği bir yığışımdır ve dilsel-olmayan öğelerle tıka basa doludur.Konuyu bir ölçüde basitleştirelim: tamamen dilsel ilişkiler (yani, dilbilimin nesnesi) göstergenin göstergeyle ve dil sisteminin veya metnin sınırlarındaki göstergelerle olan bağıntılarıdır (başka bir deyişle, göstergeler arasındaki dizgesel veya çizgisel bağıntılardır).Sözcelerin gerçeklikle, sahiden konuşan özneyle ve diğer sahici sözcelerle olan bağıntıları -sözceleri en başta doğru veya yanlış, güzel vb. yapan bağıntılar- asla dilbilimin konusu olamaz. Tekil göstergeler, dil dizgesi veya metin (anlamlandırıcı bir bütün olarak) asla doğru, yanlış, güzel vb. olamaz
Reklam
Diyalojik ilişkilerin benzersiz doğası. İç diyalojizm sorunu. Sözceler arası sınırların bağlantıları. Çift sesli sözcük sorunu. Diyalog olarak anlama. Burada, dil felsefesinin ve genelde de beşeri bilimlerin düşünme biçiminin uzanmadığı bölgeye, bakir topraklara giriyoruz. Yazarlık (yaratan birey) sorununun yeni bir ifadesi. Bir konuşma sözcesinde verili olanla yaratılmış olan. Bir sözce asla, verili ve kesin olarak bu sözcenin dışında zaten mevcut olan bir şeyin yansıması veya ifadesi değildir yalnızca. Daha önce asla var olmamış bir şey, tamamen yeni ve yinelenemez bir şey yaratır daima ve dahası, her zaman için değerle bir ilişki barındırır (doğru, iyi, güzel vb.). Ama yaratılan bir şey daima, verili bir şeyden yaratılır (dil, gerçekliğin gözlemlenmiş bir fenomeni, deneyimlenmiş bir duygu, konuşan öznenin kendisi, dünya görüşünde kesinleşmiş bir şey vb.). Verili olan, yaratılan içinde tamamen dönüştürülür.
Dili soyut bir dilbilgisel kategoriler sistemi olarak görmüyoruz; ideolojik yaşamın tüm alanlarında azami bir karşılıklı anlaşma sağlayan dil olarak, tıka basa ideolojiyle dolu olarak, bir dünya görüşü olarak, hatta somut bir fikir olarak kavrıyoruz. Dolayısıyla, üniter bir dil, toplumsal-politik ve kültürel merkezileştirme süreçleriyle yaşamsal bir bağlantı içinde gelişen güçleri, yani somut dilsel ve ideolojik birleştirme, merkezileştirme doğrultusunda işlerlik gösteren güçleri dile getirir
Eğer sözcükten hiçbir beklentimiz yoksa, söyleyebileceği her şeyi önceden biliyorsak, diyalogdan çıkar ve şeyleşir. Öz-yabancılaşma olarak ve bir noktaya kadar da benliğin aşılması olarak öz-nesneleştirme (koşukta, itirafta vb.). Kendimi nesneleştirerek(başka bir deyişle, kendimi dışarı konumlandırarak) kendimle sahiden diyalojik bir ilişki kurma, şansına erişirim.
Roman sanatsal bir türdür. Romansı söylem de şiirsel bir söylemdir, ama şu an var olduğu haliyle şiirsel söylem kavramının sunduğu çerçeveye uymayan bir şiirsel söylemdir
Reklam
Gülmenin tarihini yazmak son derece ilginç olurdu. A. I. HERZEN
Dil yalnızca şiirsel bağlamlardaki yaşamını hatırlayabilir
Geleneksel biçembilim düşüncesinin ele aldığı şekliyle sözcük yalnızca kendisini tanır (yani, yalnızca kendi bağlamını), kendi nesnesini, kendi dolaysız anlatımını ve kendi üniter ve tekil dilini tanır. Başka bir sözcüğü, yani kendi bağlamı dışında kalan bir sözcüğü, yalnızca dilin yansız sözcüğü olarak, özellikle hiç kimseye ait olmayan bir sözcük olarak, sırf konuşma potansiyeli olarak kabul eder. Geleneksel biçembilimin kavradığı şekliyle dolaysız sözcük, nesneye yönelmesi esnasında yalnızca nesnenin direnciyle karşılaşır (nesnenin bir sözcük tarafından tüketilmesinin olanaksızlığı, nesne hakkında her şeyi söylemenin olanaksızlığı), ama nesneye giden yolda başkasının sözcüğünün temel ve zengin bir çeşitlilik sergileyen muhalefetiyle karşılaşmaz. Hiç kimse bu sözcüğü engellemez, hiç kimse onunla tartışmaya girmez.Oysa, yaşayan hiçbir sözcük nesnesiyle tek bir biçimde bağlantı kurmaz: Sözcük ile nesnesi arasında, sözcük ile konuşan özne arasında, aynı nesneye, aynı temaya ilişkin başka, yabancı sözcüklerden oluşan esnek ve genellikle içine sızılması güç bir ortam bulunur.
Dilde katmanlaşmaya yol açan tüm bu güçlerin etkinliklerinin bir sonucu olarak, hiçbir “nötr” sözcük ve biçim yoktur -“hiç kimseye” ait olmayan sözcük ve biçimler yani; dil tamamen ele geçirilmiş amaçlar ve vurgularla doldurulmuştur. Dilde yaşayan herhangi bir tekil bilinç için dil soyut bir normatif biçimler sistemi değildir, somut bir heteroglot dünya anlayışıdır. Tüm sözcükler bir mesleğin, bir türün, bir eğilimin, bir grubun, belirli bir yapıtın, belirli bir kişinin, bir kuşağın, bir yaş grubunun, günün ve saatin “tadına” sahiptir. Her sözcük, toplumsal olarak yüklü hayatını sürdürmekte olduğu bağlamın ve bağlamların tadını alır; tüm sözcükler ve biçimler amaçlarla doludur. Sözcükte bağlamsal sezdirmeler (türe bağlı, belirli bir amaç güden, bireysel) kaçınılmazdır.
Reklam
Dil yalnızca şiirsel bağlamlardaki yaşamını hatırlayabilir.
Gülme, insanların bilincini yanlış ciddiyetten, dogmatizmden, tüm akıl karıştırıcı duygulardan arındırır.
Sayfa 152Kitabı okudu
Söylem adeta kendisinin ötesinde, nesneye yönelik canlı bir itkide [napravlennost'] sürdürür yaşamını; şayet kendimizi bu itkiden tamamen koparacak olursak, elimizde kalan tek şey, sözcüğün çıplak cesedi, kendisine bakarak belirli bir sözcüğün yaşamdaki toplumsal durumu veya yazgısı hakkında hiçbir şey öğrenemeyeceğimiz çıplak cesedi olacaktır. Sözcüğün ötesine uzanan itkiyi gözardı ederek, sözcüğü sözcük olarak incelemek, tıpkı psikolojik deneyimi yönelmiş olduğu ve kendisini belirleyen gerçek yaşamınbağlamının dışında incelemek denli anlamsızdır
Bir bütün olarak yapıtın dilinin sorumluluğunu kendi dili olarak her noktada üstlenmek, yapıtın yönlerinin, titremlerinin, nüanslarının her biriyle eksiksiz bir dayanışma içine girmek -şiirsel biçemin temel önkoşulu böyle bir şeydir; bu şekilde kavranan biçem, tek bir dil ve tekil bir dilsel bilinç için tümüyle yeterlidir. Şair, kendi şiirsel bilincini, kendi niyetlerini, kullandığı dilin karşısına koyamaz, çünkü tümüyle bu dilin içindedir ve dolayısıyla, dili, algılanacak, üstüne düşünülecek veya bağıntı kurulacak bir nesneye dönüştüremez. Dili yalnızca içeriden, meramını anlatma işlevi açısından görebilir, dışarıdan, nesnel özgüllüğü ve sınırlılığıyla göremez. Şiirsel biçemin sınırları içerisinde, doğrudan koşulsuz amaçlılık (intentionality), tüm ağırlığıyla dil ve dilin nesnel sergilenişi (toplumsal ve tarihsel açıdan sınırlı dilsel bir gerçeklik olarak) eşanlıdır, ama hiçbir şekilde bağdaştırılamazlar. Dilin bütünlüğü ve tekilliği, şiirsel biçemin dolaysız (ama nesnel olarak tipikleştirici biçimde değil) amaçlı tekilliğinin ve bu biçemin monolojik değişmezliğinin gerçekleştirilmesinin vazgeçilmez önkoşuludur.
Gül­me temelde hakikatin dışsal değil içsel bir biçimidir
42 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.