Gözüme çarpan bir yazıda, Atholl Düşesi (17 Ekim 1937 tarihli Sunday Express'te) şöyle yazıyordu :
Valensiya, Madrid ve Barselona 'daydım... Her üç şehirde de hiçbir biçimde zora başvurulmadan mükemmel bir düzen hüküm sürüyordu. Kaldığım tüm oteller, tereyağı ve kahve kıtlığına rağmen yalnız "normal" ve "nezih" değil, aşırı derecede rahattı da.
Şık otellerin dışında başka hiçbir şeye dikkat etmemek İngiliz seyyahlarına mahsus bir şey. Atholl Düşesi için tereyağı bulabildiklerini ümit ederim.
Tam tren hareket ederken bizimle birlikte yolculuk eden hastane emir eri Barselona'ya değil de Tarragona'ya gideceğimizi laf arasında söylemez mi! Makinist fikrini değiştirmişti zannederim. Kendi kendime "tam ispanyolların yapacağı bir iş!" dedim. Fakat, sırf ben bu durumu açıklamak için ikinci bir telgraf çekeyim diye, bu kere de treni beklemeleri yine ispanya 'nın şanına layıktı, asıl ispanyollara en yakışanı, çekilen telgrafın hiçbir zaman yerine ulaşmaması oldu.
On beş yaşında yaralı bir İspanyol çocuğun sedye üstünde cephe gerisine taşınışını, sersemlemiş bembeyaz bir yüzle battaniyeler arasından bakışını görmek, sonra Londra ile Paris'te birtakım kaypak kişilerin, bu çocuğun kılık değiştirmiş bir faşist olduğunu ispatlamak için risaleler yazıp durduğunu düşünmek hiç de hoş değildi. Savaşın insanı en çok dehşete düşüren özelliklerinden biri, tüm bu savaş propagandasının, tüm bu bağrış çağrış, yalanlar ve nefretin mütemadiyen bizzat savaşın içinde bulunmayanlardan gelmesidir.