Ne garip bir durum! Görenler körlere yol göstereceği yerde; körler, görenlerin de gözünü köreltiyor sonuç: Norman Mailer'ın dediği gibi "Körler körlere yol gösteriyor."
Mart 1931 tarihli Son Posta, Menemen hadisesi sonrası idamlar ile yeniden ünlenen Cellât Kara Ali ile bir röportaj yapmıştır. Sorulur cellâta: “Bunca senedir kaç kişi astın?” Cevap “Son on iki sene içinde 5216 kişi.”
İnsan, meselesini çözmek için, onun dışına çıkmalı önce.
Ve öylece hayal gemime biniyor, 'ben'imin, 'ben' kavgamın, kavgamızın mekânı olan dünyanın dışına çıkıyorum. Ötelere açılıyorum. Dünyadan ötelere...
Dünya, uzaktan ülke ülke fark edilir halde yine. Sonra millî sınırlar kayboluyor; hayal-meyal kıt'alar kalıyor sadece. Sonra mavi-beyazlı bir yuvarlak küreye dönüşüyor dünya. Sonra bir hilâl, bir nokta... Derken, görünmez oluyor...
Sanki bir hiçmiş gibi...
Şehirdeyiz. Yanımızda, on iki yaşında bir kız çocuğu. Adı Kate. Yan sokaktan İngiliz askerleri geçiyor. Kate eliyle onları gösteriyor. "O askerlere acıyorum. Bunu kendime yediremiyorum, ama acıyorum işte. Güzel Rabbim bizi de, onları da yaratmış. Birbirimize düşman olmamızı istemiyordur herhalde. Okulda bize verilen o tarih kitaplarını okudum. Ama hâlâ neden birbirimizi öldürdüğümüzü anlayamıyorum." Kate başını öne eğmiş, iki elini kavuşturmuş halde, iki elinin işaret parmağını döndürerek, konuşmayı sürdürüyor: "Hangi ülkede yaşarsak yaşayalım, Allah'a sadık kalmak zorundaymışız. Ülke önemli değilmiş. Çok sevdiğim bir rahibe bana öyle söyledi. Ben de o gün öğleden sonra, İngiliz askerleriyle dost olmaya karar verdim. Onlara, "Baksanıza," dedim, "Allah bizi buraya birbirimizden nefret edelim diye koymadı."
"İçlerinden biri durdu:
"Haklısın küçük kız' dedi."
Bir İsrailli çocuk, bir başka Time yazarı ile konuşuyor. Sene 1982. On yaşındaki Dror. Roger Rosenblatt'a şöyle anlatıyor:
"Geçen yaz, TV'de, Lübnan'ı bombaladığımızda yaptığımız tahribat gösterildi. Bütün çocuklar ben dahil- zıpladık ve sevindik. Az sonra düşündüm: Bu intikam hissi iyi birşey mi?" Cevap, 'hayır." Zaten, bir Filistinli çocuk, hemen ekliyor: "Bu Israilli çocuklara bizden nefret etmek öğretildi. Onlar biz;den nefret etmeye zorlandılar." Yani, onlar doğuştan nefret ile dünyaya gelmemişler. Biz de. Ben de. Doğuştan nefret hissi duyarak dünyaya gelinmemiş, ama dünyada birileri ve birşeyler bize nefreti öğretmişler. Alman'a Fransız, Fransız'a Alman nefretini; Israilliye Filistinli nefretini; Yunan'a Türk, bana da Yunan, Ermeni ve Arap nefretini taşımışlar.
Ama çocuk, o saf ve masum yaratık, yine gerçeği seziyor. Ahmed gibi. Ahmed de kim mi? Kendisini bildi bileli savaşın içinde yaşayan bir Filistin çocuğu. Bir gün doktor olmayı ümit ediyor. Niye?
'Çünkü, insanımız doktorlara muhtaç. Hem, vücudun başın, midenin, kalbin-nasıl çalıştığını görmeyi seviyorum." Kendisine bir soru geliyor: “Düşün ki Ahmed, sen Israil'de çarpışan bir doktorsun. Yaralı bir Israilliyi, yardım etmen için sana getiriyorlar. Bir Filistinli mi, bir doktor mu olursun?"
"Bir doktor" diyor Ahmed. Hem de tereddütsüz. "Önce insanım..." diyor yani.
Yürüyorum. 'Ben'lik medeniyetinin insanlığa sunduğu vahşet tabloları arasında yürüyorum. Karşıma Arnold Toynbee çıkıyor. Üzgün. Milliyetçiliğin, 'çağdaş Batı toplumunun siyasi hayatını zehirleyen, felâket doğurucu bir baştan çıkarma aracı olduğunu söylüyor. Bir yeni çalışmasından bahsediyor: Medeniyet Yargılanıyor. Ondan bir pasaj okuyor:
"Gözlerim, yeniden millî zaferler silsilesine uzandı. Alman zaferler silsilesi, İngiliz zaferler silsilesi, Fransız zaferler silsilesi. Bütün bu milli zaferler en sonunda ne ile sonuçlandı? Hiç. Hepsi boşu boşuna." Ve ekliyor Toynbee: "Fakat İslâm, zor bir manevî görevi yerine getirmek üzere, hâlâ yaşamakta...
Ona göre, dünyayı bu felâketlerden kurtarmanın yolu, İslâm'ın her mahlûku kardeş sayan iman çağrısında.
Yürüyorum. 'Ben'lik medeniyetinin insanlığa sunduğu vahşet tabloları arasında yürüyorum. Karşıma Arnold Toynbee çıkıyor. Üzgün. Milliyetçiliğin, 'çağdaş Batı toplumunun siyasi hayatını zehirleyen, felâket doğurucu bir baştan çıkarma aracı olduğunu söylüyor. Bir yeni çalışmasından bahsediyor: Medeniyet Yargılanıyor. Ondan bir pasaj okuyor:
"Gözlerim, yeniden millî zaferler silsilesine uzandı. Alman zaferler silsilesi, İngiliz zaferler silsilesi, Fransız zaferler silsilesi. Bütün bu milli zaferler en sonunda ne ile sonuçlandı? Hiç. Hepsi boşu boşuna." Ve ekliyor Toynbee: "Fakat İslâm, zor bir manevî görevi yerine getirmek üzere, hâlâ yaşamakta...
Ona göre, dünyayı bu felâketlerden kurtarmanın yolu, İslâm'ın her mahlûku kardeş sayan iman çağrısında.