Hasan her şeyi onun üstüne yıkıp ölmüş gitmişti. Dertleri bitmişti. Hoş Hasan'ın ne derdi olacak içkiden, eğlenceden başka.
Yükü çeken hep kendisiydi. Bir günden bir güne kadın olduğunu bilmedi ki ... Nerdeyse çocuktu Hasan'a karı olduğunda.
Kart adama verdiler diye günlerce ağlamıştı. Hasan durmadan gezmiş durmuş, arada bir Zeycan'ı gebe bırakmak için eve uğramıştı, hepsi bu. Şimdi ölmüş gitmiş adamın ardından bunları düşünmek doğru mu? Ne de olsa kocası. Dışa olsa söylemez. Kendi kendine öyle, içinin yangınından. Yoksa niye sevmesin?
Az sonra akşam ezanı okunacak, diye düşündü. Kendini dinledi. Dinmişti içinin gürültüsü. Hiç olmazsa şimdilik.
Hanımeli kokuları geliyordu bir yerlerden ...
Boğuluyordu. Evet boğuluyor. Ne kadar dayanacak daha?
Tüketmemeye çabaladığı güç nereye dek idare edecek onu?
Böyle uykusuz, böyle yorgun ... Bu düşler ne zaman bitecek?
Evler, dükkanlar, camlar, tahtalar onarılırdı elbet. Peki ya insanlar..? Ya onların yaraları, yıkıntıları, yangınları..? Ya gidip de dönmeyenler, kalanlar..?