İnsafın varsa kabul edersin ki burjuva refahı gökten inmiş değildir. Onun vücuda gelmesinde elbette ki yekuna liyakat olan çeşitli kabiliyetlerin payı vardır. O halde, biraz evvel, Liyakatin refah eseri olduğunu ben nasıl kabul ettimse, şimdi sen de refahın liyakat eseri olduğunu teslim edeceksin.
Fakat bununla iş bitmez. Sebeplik vetiresinin sonu yoktur. Sen de bana haklı olarak liyakatin neden bir cemiyete mensup bütün fertlere eşit ölçülerle bölünmemiş olduğunu soracaksın. Eğer senin faraziyene göre burjuva sınıfı bir liyakat sınıfı ise o bu imtiyazı ele geçirmiştir? Burada, her tarihi vakıayı istihsal şartlariyle izah eden Marx'ın anlayışındaki hata ile temas halindeyiz. Görüyoruz ki refahı vücude getiren iktisadi şartlar birer sebep olmadan evvel neticedirler ve görüyoruz ki, bu neticelerin amili olan liyakat, artık iktisadi şartları aşan daha derin sebeplere bağlanmaktadır. Çünkü sebeplerin de sebebi vardır.
Sen liyakatle kazanç arasında müsavat aradığın zaman, yalnız bugün için haklısın. Çünkü layık olana hakkını veremeyen bir müsavat adalete zıttı. Allah vergisi değil, yüksek bir refah seviyesinin mahdut insanlara inhisar ettirdiği bir ruh hazinesidir. Maddi servet gibi babadan oğula intikal eden manevi bir servettir. Ben mahdut ellerde sermaye birikmesi gibi mahdut zekalarda kabiliyet birikmesiyle neticelenen gelişme şartları arasındaki müsavatsızlığın ortadan kaldırılmasını istiyorum.