Kök Ekin Gönderileri

Kök Ekin kitaplarını, Kök Ekin sözleri ve alıntılarını, Kök Ekin yazarlarını, Kök Ekin yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Düşüncenin ön koşulu ya da onu doğuran ana etmen bellek, kavrayış, anlayış, yargı ya Çarşı da soyutlama yeteneğinden çok, genelgeçer insanlık durumundan bir düşüştür. Evrensel kültürde bunun istisnası yoktur ve sıradan insanın, kalabalıkların, çoğunluğun dünyevi tatmin arayışı düzleminde düşünce barınamaz. Geçici, kurmaca tahtlardan düşerseniz, kovulur ya da güvenlikli algının kapısından dışarı, bilinmeze çıkmayı göze alırsanız, düşünürsünüz. Rahat olanı terk etmek, gidilmemiş yoldan gitmek, gündelik yanılsamaların sanal göğünden, gerçeğin sert yerine düşmek: Düşünce budur.
Düşünmeye başlamamız, neden düşmekle başlıyor? İvedilikle verilecek yanıtlar belli ve alışıldık: Eh, biz zaten demiyor muyduk, Türkçenin düşünceyle arası oldum bittim hoş değildir diye? Al işte! Hatta çevremizde olur da düşünen olursa, ona "yahu arpacı kumrusu gibi düşünme!" diyen de, "hindi gibi düşünmek" deyimine sahip olan da biziz sonuçta, değil mi ama! Ah şu düşünceden hiçbir nesne anlamayan, tez canlı, kaba saba, incelikten yoksun göçebelik! Ah şu öz-Türkçenin ufuksuzluğu, yetersizliği, boyutsuzluğu! Ah ki ah! Nerede o tefekkürdeki azamet, nerede sizin zavallı düşüncenizdeki yalınkatlık!
Reklam
Ortada bir kütle var, bu doğru. Fakat hâlâ bir millet var mı? Bir millet, eylemlerinin ve söylemlerinin sorumluluğunu alabilecek özgür insanlardan oluşur. Biz böyle miyiz? Müziği olmayan soluk almış, mimarisi olmayan mukim, şiiri olmayan konuşmuş, bilimi olmayan görür, okumayan uygar, iradesi olmayan yaşamış sayılır mı? Bir toplum tüm bunlardan yoksun bırakılmışsa, hâlâ mevcut mudur? Kafamızda sorular, ölü ejderhanın ayakucunda öylece dikiliyoruz.
Geçen kırk yılın ilk yarısında liberal frenkler, ikinci yarısında İslamcılar bize durmaksızın “ejderhanın kendisi olmanın yararlarını" anlattılar. Ne son zirnığına kadar peşkeş çekilen kamu varlığı liberalleri doyurdu, ne acımasızca içi boşaltılan kutsal ve onun simgeleri İslamcılara yetti.
Eğer "kendin" olmayı bırakır da temas ettiğin topluluğun "kendisi" olursan, o zaman ölürsün. O zaman bir birey, bir ulus olarak varlığından söz edilemez. Bu, Türkün uzun yürüyüşündeki temel ilkeyi ve bu yürüyüşteki varlık direncini ve inadını açıklıyor. Türklük binlerce yıllık akışı boyunca, karşılaştığı her kültür ve medeniyet şokunu yok olmadan atlattı, değişti, dönüştü, ancak kendisi olarak kalmayı başardı. Hiçbir zaman kültürel temastan, sosyal alışverişten ürkmedi, geri durmadı. Bilgi, sanat ve kültür konusunda alacağını aldı, vereceğini verdi. Fakat yine de kendisi olarak kaldı. Öldürdüğü her ejderhanın derisini yüzdü, üstüne giydi, ancak "ejderhanın kendisi" olmadı.
Eski ozanlar ve onların kitapları, gövdemizi devasız bir illet gibi kemiren onursuz trollerden, yakası ipek mendilli nüfuz tüccarlarından, gazeteci kılıklı tufeylilerden, anayurdun dört bir yanını kendi fotoşoplu fotoğraflarıyla donatan irili ufaklı politikacılardan söz etmez. O ozanlar halk yardakçısı değildir; borazan çalmaz, kurşun asker olmazlar. Sosyolojik çıkarımlar yapmazlar. Onlar sözü alırlar, acı ve ağır, fakat kutsal ve mübarek bir emanet gibi sizin yüreğinize bırakırlar. Tanrı onları bunun için yaratmıştır.
Geri140
407 öğeden 401 ile 407 arasındakiler gösteriliyor.