-yine de o gözlere çok ihtiyacım vardı.
Bir bakışı felsefenin tüm sorularını ve bütün ilahi bilmeceleri açıklığa kavuşturmak için yeterli olurdu.
Onun bir bakışıyla ne gizem ne de sır kalırdı hayatımda
İnsanların gürültüsünden ve kargaşadan uzak, sessiz, sakin bir yerdi burası.
Huzur doluydum.
O iri gözler yeryüzü uykusundan uyandıklarında kendileri ile müthiş uyum içinde olan bu manzarayı seyretmeye doyamayacaklardı.
Zaten, hayattayken diğer insanlardan hep uzaktı, bu nedenle insanlığın geri kalanından da yani ölülerden de uzak durması gerekirdi.
Yüzümü seviyordum. Şehvetli bir tatmin yaşıyordum aynadaki yansımamda.
Aynaya bakarken kendi kedime dedim ki
"Acın o kadar büyük ki gözlerine işlemiş... Ve eğer ağlarsan gözyaşların o derinliklerden ya taşıp dökülecek ya da orada asılı kalacaklar."
Acaba niyetim vasiyetimi mi yazmaktı?
Tabii ki hayır, ne devlete verecek malım ne de şeytana verecek inancım vardı benim.
Ayrıca yeryüzünde benim için en ufak değeri olan ne kaldı ki?
Sahip olduğum her şeyin elimden kayıp gitmesine izin verdim ve hatta istedim bunu.
Ben çekip gidince de ne olacağı umurumda mı?
Geride bırakacağım kâğıt parçalarını da dileyen okusun ya da okumasın.
Beni yazmaya iten tek şey, şu anda geçmişte hiç olmadığı kadar acil ve baskın olan tek şey, düşüncelerimle diğer ben arasındaki gölgemle bağ kurmak.
Sonra düşündüm, "Gökyüzünde herkesin bir yıldızı olduğunu söylerler, acaba benimki hangisiydi. Uzak, karanlık ve önemsiz olanı benim olmalıydı. Yoksa benim yıldızım hiç olmamış mıydı?"