Demokrat Parti, kendini halkın partisi, halkın babası olarak tanıttı bir kez. Ama, bu partiyi yönetenler, temelde birer ejderha, birer halk düşmanıymış, o başka iş.
Okumuş, işsiz insan, hükümetçe de, halkça da kuşkuyla karşılanan garip bir yaratıktan başka bir varlık değildi. Hükümet, hem onu aç, işsiz bırakıyor, hem de işsizliğini kuşkuyla karşılayarak altında başka nedenler arıyordu.
Türkiye, artık demokrasi oldu. Artık Türkiye’de her türlü düşünce serbest olacak. Bir kişiyi düşüncelerinden dolayı hiç kimse tutup şu yalçın kayalıklara sürgün edemeyecek.
Birader, dedi,zamanın bizim için ne değeri var ki? İşsiz insan, parasını nereye harcayacağını düşünen milyardere benzer. Bizde de zaman öyle çok ki nereye harcayacağımızı bilemiyoruz
Bir aydın hiçbir vakit halk adamı kertesinde mutlu olamıyordu. Herşeyde ideal bir biçim araması onu sonsuz çakır dikenliklerine doğru itiyor, orada her yanından kan damlayan varlığıyla yalnız kalıyordu. Oysa halk adamı daha pratikti. Eline geçenle yetinmesini, onu hemen bir mutluluk öğesi durumuna getirmesini biliyordu.
''Vur demirci çekicini , boş durma sen bugün de
Ocağından dört bir yana kıvılcımlar saçılsın ,
Şimdiye dek , o pas tutan altın örsün önünde ,
Sana bolluk ve mutluluk kapıları açılsın ..."
Burası geri kalmış, zavallı bir ülke. Bunca mutlu duygularla beklenen bir bebeğin, doğduktan sonra hangi rüzgarların tutsağı olacağını kimse kestiremez. Ben bu yavrucağın talihine şimdiden üzülüyorum.