"Havaya fırlayan bir kivılcım misali ülkede yüksek konumlara hızla tırmanan bir erkek görürsem, hep bunca ışık ve ateşle ne yapacak diye merak ederdim. Acaba kimin çatısı yanacak?"
"Hayır!" dedim ve birdenbire, müthiş bir isyan coşkusuyla doldum. Deli adam Henry Tudor'un iradesine boyun eğmedim, başımı uysalca o tahtaya yaslamadım ve asla yaslamazdım. Hayatım için savaşacaktım ve "hayır!" dedim.
Henry iki karısını idam ettirebileceğini, bir diğerinden boşanabileceğini ve en sonuncuyu tehdit edebileceğini öğrenmişti çünkü hiç kimse ilk karısını etkin bir şekilde savunmamıştı.
Tanrı'yı düşündüm, yaşlı ve yorgundu. Tıpkı benim yaşlı ve yorgun oluşum gibi. Benim gibi hissediyordu; düzeltilecek çok fazla şey olduğunu ve İngiltere'nin, özel ülkesinin, tamamen yanlış yola saptığını düşünüyordu sanki.
Ülke korku içinde, akılsızlarla doluydu ve en kötü rahibe manastırları bunların sırtından geçiniyordu. Onları kandırıyor, sömürüyor ve fakirlik diye vaaz verirken, kendileri lordlar gibi yaşıyorlardı.