Bilir misiniz, kurşunların da renkleri vardır.
Gecenin karanlığında belli olan, dağın bir tarafından üzerimize doğru hızla uçan, rengarenk kurşunlar...
Böyle anlatınca çok da güzel geliyor kulağa. Mavi, kırmızı, yeşil kurşunlar geceleri çok net görülen ışık oyunları gibi. Bazen sessizce oturduğum yerden kurşunları izlerdim. "Hangi rengin üzerinde, hangimizin ismi yazılı acaba?" diye düşünürdüm. Filmlerde gördüğümüz kurşunlar hiç renkli değildi... Ben de zaten filmde değildim.
Çocuk savaşta da çocuktur. Erkenden büyür, olgunlaşır belki, ama çocuktur. Kurşunların öldürme özelliğine değil, renklerine takılır gözü. Bombaların ne olduğunu öğrenmek zorunda bırakıldığı halde, oyun diye sonradan parçalarını toplar. Aç, susuz kalır, ama askerin yırtık çorabına güler. Unutur, savaş olmadan bir hayat nasıldır unutur ve muzu soymadan yemeğe çalışır. Bir tüfekle bütün savaşı kazanabileceğini düşünür. Oyuncak silahlarla düşmanı yenebileceğini sanır. Korkmaz etmez, "Geri döneceğim," diye söz veren babasına sonuna kadar inanır, onu kahraman olarak görür. Fakat en küçük bir sesi bomba sanıp yere atar kendini. Titrer, köşeye saklanır, bomba onu orada bulmaz diye inanır. Anlamaz, düşman nedir, bir insan başka bir insanı nasıl öldürebilir, neden kimse yardım etmez, anlayamaz. Sonra zaman geçer...
Dünyanın her yerinde öyle, bombalarla bir hayat olduğuna inanmaya başlar. Onu normal kabul eder ve isyan etmez.