Frewin lise yıllarındaki fizik ve kimya derslerinde evrende hiçbir şeyin yok olmadığını öğrenmişti. Duygular için de aynı şeyin geçerli olduğuna inanıyordu. Yazmak, düşünceyi belli bir şekle sokan kimyevi bir değişimdi. Bu sözcükleri yakmak da kağıdı eritmek ve cümlelerin anlamlarını bir yerlere yaymaktı.
Çünkü medeniyet, kendi menfaatleri için birkaç kişi tarafından yönlendirilen bir sistemdi ve kof bir kibire dayanıyor, iktidarı korumak adına azınlık, çoğunluğa hükmediyordu.
Korku insanı değiştirir. İnsanı yok edebilir veya dokunulmaz kılabilir. Korku zihni güçlendirir ya da çorbaya çevirir. Köleleştirmenin aracıdır, sınırı yoktur. Korkuyu denetleyen, insanı da denetler, hatta büyük kitleleri de.
Başkalarının karşısında herkes onurlu davranıyormuş gibi görünür. Ama kendimizle baş başa kaldığımızda, içimizden geçenleri itiraf edemeyeceğimizi herkes çok iyi bilir.
"Savaş mı? Bu hiçbir şey yapmamak için bir bahane. Her zaman sürdürülecek bir savaş vardır, barışta bile. Şüphelere, ağır iş hayatına, büyümeye engel olan yaralara karşı sürdürülmesi gereken bir savaş..."
Kişilik bir akarsu gibi daha ilk senelerden itibaren gelişir. Başlangıçta, dağdan inen bir sızıntı gibidir. Ve ona katılan diğerleriyle birlikte serpilir veya zayıf kalır. Ama bir travma suyun seyrini değiştirebilir, akabilmesi için yok edilmesi gereken bir çatlak, yolu bölen bir yarık veya bir engel belirir ve hayata tutunabilmek için kollara ayrılmak veya yeraltına girmek zorunda kalır. Kişilik de bu akarsu gibidir, ne olursa olsun yoluna devam etmelidir, ileriye doğru, hayatın akışında olduğu gibi.