“Kays o hâle gelmişti ki, çörekotundan ödağacına kadar her şeyin adı Leylâ idi onun için. Leylâ’nın adını başka adlara gizlemişti. Her şeyde Leylâ’dan bir iz vardı. Kutup ve mıknatıs, Leylâ; dersi okuyan da okutan da hatta kitap da Leylâ idi. Leylâ “gece’ye mensup” demekti. “Gece kara(n)lığında” demekti. Ah Leylâ! Kaşı kara, gözü kara, saçı kara, bahtı kara çöl kızı!.. Ve üç bahar geçmişti Mecnun’un sevdası üstünden..”
İskender Pala... Yine harika eserinle geç tanışmamın verdiği pişmanlığı yaşıyorum. Ben nasıl okumam daha önce bu kitabı. Hepimizin vardır kulak âşinalığı Leyla ile Mecnun’a. Daldığımızda veya bir işi eksik yaptığımızda, dikkatsizliğimizde “Leyla mısın?” Diye sorarlar. Mecnun olmuşsun diye dalga geçeriz yeni aşık olan arkadaşımızla..Bunları söylerken birimiz de gerçekten o efsanedeki Leylâ ile Mecnun’u düşünür müyüz? Geçirir miyiz aklımızdan? Ne güzel bir aşk.. Ne kutsal, biricik.. Asla kirlenmeyen, tertemiz kalan bir aşk. Önünde eğinilesi.. Çok etkilendim. Zaten bir kitabın değerini, etkileyici olup olmamasıyla ölçmez miyiz? Gerçekten etkilendim ve sevdim. Ve inandım.. Gerçekten varlıklarına inandım. Bir efsaneden daha fazlası olduklarına. Aşk şehidi her ikiside..Okuyun ya, okutun hatta öğrencilerinize, sevdiklerinize.. Unutulmasın klasiklerimiz, bizim klasiklerimiz. Ayıp olur yoksa Leylâ’lara ve Mecnun’lara..