“Benim filmlerim hayatın aynasıdır, hayatın kendisi muğlaktır. Gerçekten de, eğer hayat muğlak olmasaydı, hayattaki her şey gizemlilikten uzak ve tamamen açıklanabilir olsaydı, ölümü isteyecek kadar çaresiz olurduk.”
sonuç aynıdır: yalnızlık. gece’yle bir uzlaşma noktasına ulaşacağım: bugün ahlâk anlayışında ve hatta politikada bile görülebilen bir uzlaşma. karakterler bu kez kendi kendilerini bulmakta, fakat birbirleriyle iletişim sorunu yaşamaktadırlar; çünkü gerçeği kabul etmenin çok güç olduğunu ve bunun büyük bir cesaret ve karar vermeyi gerektirdiğini; sürdürdükleri hayat tarzında bunu başarmanın imkânsız olduğunu görmektedirler.
...Ne olursa olsun, ben bu 'zayıf' kelimesinin gerçekten doğru bir kelime olduğunu düşünmüyorum. Hepimiz bir açmaz içinde yaşıyoruz. Onun içinden çıkmaya çalışmak zayıflık mıdır, şimdilik savaşı kaybetmiş olsanız bile?
Aşkın karakterlerinizin hayatına bir parça mutluluk getirdiği görülüyor. Kendi hayatınızın bir gerçeği mi bu?
Bir yerde mutluluğun [Maurice] Maeterlinck'in mavi kuşu gibi bir şey olduğunu okumuştum: Yakalamaya çalıştıkça rengini kaybeder. Suyu avcunuzda tutmaya çalışmak gibi bir şeydir. Ne kadar sıkarsanız, su o kadar çok akıp gider. Ben şahsen, aşk konusunda çok az şey biliyorum.
Hayatın diyalektiği kaybolmuş. Filmler sıkıcı hale gelmiş. Gösteriş nesnellik olmuş, kendinizi yok ediyorsunuz. Başkaları size hitaben bir şeyler söylüyor fakat siz ilgilenmiyorsunuz. O halde, hayatın duygusuna ne oldu? Bunu söylerken daha objektif olmaya çalışmaktan yoruldum,