Olan biteni düşünüyorum da, en iyisi bu işi bir "ha! ha!" ile bitirmek. Neden mi diyeceksiniz? Çünkü her anlaşılmaz şey karşısında yapılacak en akıllıca, en kolay iş gülmektir.
"Adına hayat dediğimiz bu tuhaf ve karışık şeyin akışında bazen öyle garip anlara yahut olaylara denk geliriz ki, insan koskoca kâinatın bir şakadan ibaret olduğunu ve bu şakanın da herkese değil yalnızca kendisine yöneltildiğini düşünür. Ama ne olursa olsun keyfi kaçmaz, ortada canını sıkmaya değer bir durum görmez. Tıpkı önüne çıkan mermi ve çakmaktaşlarını bile hap gibi yutan sağlam mideli bir devekuşu gibi, karşısına çıkan her olayı, inancı, kanaati, ikna çabasını, göze görünen ve görünmeyen her türlü zorluğu, ne denli dallı budaklı olduklarına bakmadan sineye çeker. Ufak tefek zorluklar, kaygılar, ani felaketlere dair işaretler, hayat kavgası, hatta bizatihi ölüm bile ona ancak muzip, iyi niyetli birer tokat gibi; gözle görülemeyen, gaip ihtiyar şakacının dostane yumrukları gibi gelir. İnsan bu bahsettiğim acayip, hayata kafa tutan tavrı ancak büyük musibetlerle boğuştuğu dönemlerde takınabilir…"
Bence bu yaşam ve ölüm meselesini fena hâlde yanlış anlamışız. Bence burada, yeryüzünde, gölgem dedikleri şey benim hakiki cismimdir. Bence ruhani şeylere bakarken, suyun içinde güneşi gözlemleyen ve o yoğun suyu havaların en seyreği zanneden istiridyelere fazlasıyla benziyoruz. Bence bedenim, daha üstün varlığımın tortusundan başka bir şey değildir.
“Evrakilo denilen fırtına rüzgârı, yerine göre çok değişen bir nitelik taşır: Soğuğu geçirmeyen bir pencere camının arkasından bakınca başka, tek camcısı Ölüm olan, soğuğa açık bir pencereden bakınca başkadır.”