Necip Tosun
Yirminci yüzyılın ikinci yarısı, Latin Amerika edebiyatının dünya edebiyatına damgasını vurduğu bir dönem olmuştur. Özellikle 1980'lerden sonra edebiyatta bir yenilik olarak konuşulan enı önemli konu ise Latin Amerika edebiyatının bir karakteri olan "büyülü gerçekçilik" akımıydı. Gabriel Garcia Marquez, Miguel Angel Asturias, Alejo Carpentier, Jean Rulfo, Carlos Fuentes, Mario Vargas Llosa büyülti gerçekçilik yaklaşımının parlak örneklerini vermişlerdi.
Büyülü gerçekçiliğin önemli temsilcilerinden Gabriel Garcia Marquez'in 1982'de Nobel Ödülü alması da bu akımın yoğun bir şekilde tartışılmasını ve edebiyatın öne çıkan gündemi olmasını sağlamıştı.
Bu kadar yoğun tartışılmasına rağmen büyülü gerçekçiliğin tanımını yapmak, sınırlarını çizmek o kadar da kolay değil. Bir edebiyat eserinde, doğaüstü olaylar, gizem, açıklanamayan durumlar, garip rastlantılar, bilinmezlik, endişe doğurucu durumlar, sürprizler, doğaüstü fenomenler, cin ve peri masalları, hayaletler, akıl çerçevesine yerleştirilemez durumlar, korku, dehşet, merak, mucize olduğunda onun hangi türe/yönelime gireceği tartışması başlar.
Çünkü fantastik, olağanüstü, gotik anlatı, gerçeküstü, bilimkurgu, büyülü gerçekçilik kavramları arasında pek çok farklılık belirlense, aralarına derin sınrrlar çizilse de örnekleme düzleminde yine de sorunlarla karşı karşıya kalınır. Bu kavramlar hayal gücünün imkanlarıyla var oldukları için birbirlerinin arasına kesin sınır çizmek zordur.
.........