"Ey bizi nimetleriyle perverde eden Sultânımız! Bize gösterdiğin nümûnelerin ve gölgelerin asıllarını, menbalarını göster. Ve bizi makarr-ı saltanatına celbet. Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al. Bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zevâl ve teb'îd ile tâzib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu mutî râiyetini başı boş bırakıp îdam etme."
Kur'an'ın dersiyle ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmının talimiyle anladım ki: Nasıl gökler ve feza ve zemin senin birliğine ve varlığına şehadet ederler. Öyle de bahirler, nehirler ve çeşmeler ve ırmaklar, senin vücub-u vücuduna ve vahdetine bedahet derecesinde şehadet ederler.
Ve bu bağlandığım ve meftûn olduğum şu dâr-ı dünya da, kat'î bir yakîn ile anladım ki; hâliktir gider ve fânidir ölür. Ve bilmüşâhede, içindeki mevcudat dahî, birbiri arkasından kafile kafile göçüp gider, kaybolur.
Münâcât - 41
İlâhî! Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten li'l-Âlemîn olan Habîb'in, Senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekvâ değil, belki nefsimi ve hâlimi Sana şekvâ ediyorum.
" benim gibi nefs-i enmareyi taşıyanlara şu dünya çok gaddardır , mekkârdır. Bir lezzet verse , bin elem takar, çektirir. Bir üzüm yedirse , yüz tokat vurur. ''
Sayfa 127 - Yeni Asya Neşriyat, 3. BaskıKitabı okudu