Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Mutluluğun En Güzel Tarihi

Andre Comte-Sponville

En Yeni Mutluluğun En Güzel Tarihi Sözleri ve Alıntıları

En Yeni Mutluluğun En Güzel Tarihi sözleri ve alıntılarını, en yeni Mutluluğun En Güzel Tarihi kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
“Yaşamak tek başına yeterli olmuyor, üstüne bir de mutlu yaşamak gerekiyor.”
Sokrates, Aristo (“Sevmek, keyif almaktır"), Montaigne (*Kendi adıma hayatı severim"), Spinoza ("Aşk bir sevinçtir"), Freud (İnsan sevme sanatını yeteneğini” kaybettiyse hasta demektir) ve hepimiz haklıyız. Mutluluk ne var olmakta, ne sahip olmakta. O, harakette, zevkte ve sevgide.
Reklam
İnsan, umuduyla birlikte hayatın anlamını da kaybeder: Hayat mutsuzluklarla doluysa bir hiç olur, insan da sonunda kendi kendine sorar: "Yaşamak neye yarar?"
Sayfa 124Kitabı okudu
Ölüm: Hep başkasının başına gelecek olan son ;)
Somut mutluluk beklentilerimiz ve arzularımız bizi ahiret kaygısından uzaklaştırıyor. Böylece bir bakıma sanki hayat hiç bitmeyecekmiş gibi bir yanılsamaya kapılıyoruz. Ölüm bizi hep yakalıyor ama biz ömrümüz boyunca onu düşünmekten kaçınıyoruz. İnsanların sefalet içinde, zahmetli bir hayat sürdüğü korkulu dönemlerde, tarihin karanlık anlarında, ahirette sonsuz bir mutluluğa kavuşma umudu bir tür panzehir etkisi yaratıyordu. Hayatın maddi olarak kolaylaştığı bugün, bu cennet imgesi giderek siliniyor.
Sayfa 123Kitabı okudu
Bireyciliğin alıp götürdüğü...
Kolektif tensellik duygusunu biraz kaybettik. İç içe olmanın, sürekli ilişkide bulunmanın, birlikte yaşamanın ne demek olduğunu unuttuk. Kuşkusuz zahmetli ama coşkuluydu öylesi. Gerçek bir demokrasi elde ettik ama teknokrasinin ve duyarsızlığın hayaleti kol geziyor artık.
Sayfa 119Kitabı okudu
18. yüzyılın Paris'i...
Halkın büyük bir çoğunluğunun en büyük derdi hayatta kalmaktı ve ekonomik, toplumsal ve politik açıdan alabildiğine bağımlıydı. Doğruyu söylemek gerekirse, fiziksel olarak yıpranmış, sakatlanmış, pestili çıkmış bir toplumu gözümüzün önüne getirmeliyiz, ayrıca her yıl yirmi bin çocuğun sokağa bırakıldığını, ayrıca dilenciliğin çok yaygın olduğunu (nüfusun üçte birinden fazlası dileniyordu) hesaba katmalıyız. Dolayısıyla, mutluluk hayatta kalmakla eşanlamlıydı.
Sayfa 112Kitabı okudu
Reklam
Yoksul insanın, derlerdi, düşünceleri olamaz, o mutlu mu yoksa mutsuz mu olduğunu bile ayırt edemez ki. Aydınlanma çağının filozoflarının gözünde halk bilinçsiz bir kitleydi. Bununla birlikte polis ve hastaneler kendi paylarına halkın "iyiliği", için çalıştılar, bunun tek sebebi aşırı mutsuzluğa düştüğünde insanların ayaklanıp toplumsal düzene tehdit edebilmesi olsa bile.
Garibanın yüzü hiç güler mi? :)
Aydınlanma ruhu açısından öncelikli olan, halk için bir mutluluk tanımlamak değildi, neye yarardı ki bu? Voltaire gibi en aydınlanmış filozoflarda bile, halk tabakalarının ya da en aşağı köylü tabakalarının mutluluğa ermesinin pek yararlı bir şey olmadığına, çünkü halkın bu kesiminin ne olduğunu anlamaya bile vakit bulamayacağına dair şaşırtıcı metinlere rastlanır. Halktan erkeklerle kadınların, kendilerini tamamen çalışmaya adadıklarından dolayı tutkuları olamaz: Bu yüzden mutluluğun düşüncesi bile onlara yabancı kalacaktır. Halkta sevinç fikri yoktur; çünkü zaten düşünmez onlar, ne heyecan duyarlar, ne arzuları ne de özlemleri vardır. Dolayısıyla mutluluğu demokratikleştirmek derdine düşmek kesinlikle yersizdir; mutluluk tutku cinsinden bir şeyse, yoksullar hayat mücadelesine o kadar gömülmüşlerdir ki tutkuları olamaz.
Hiçbir şeyi ya da hiç kimseyi sevmeyen, kendi kendini bile sevmeyen bir insan nasıl mutlu olabilir? "Dostlar olmasa," diyordu Aristoteles, "kimse yaşamayı seçmezdi." Hiçbir şeyi ya da hiç kimseyi sevmeyen bir insan, hayata nasıl katlanabilir? Freud'un dediği gibi, melankoli acil vakadır: İntihar tehdidi ufuktadır.
Reklam
Olduğu gibi hayatı seyretmek...
Hayat deneyimi temelde olumludur, bu da bizi, Cioran ne derse desin, -mutsuzlukluklara, kaygılara rağmen- onu bir sıkıntı değil, muhteşem bir armağan olarak görmeye götürür. Ömür, doldurulması gereken boş bir kutu değildir. Öncelikle zaten asla boş olmadığından: hiçbir şey yapmadan otursanız bile, bir yokluk hali değil, bizzat hayatın varlığıdır hissettiğiniz. Zen anlayışıdır bu. Olduğu gibi, geçtiği gibi hayatı seyretmek. Pascal'ın iddia ettiğinin tersine mutlak bir özlem yaşamak demek değildir; bazen de eksiksizliği tecrübe etmektir.
Bütün kitabı alıntılayacağım bu gidişle :)
Sadece mutluluk peşinde koşmayı bırakan mutlu olabilir; sadece hayatı mutluluktan daha çok seven mutlu olabilir. Alain'in son derece güzel bir şekilde dile getirdiği paradokstur bu: "Mutluluk onun peşinde koşmamış olanların payına düşen ödüldür."
Müşkülpesend olmayalım ;)
Mutluluk mutlak bir şey değil, inişleri ve çıkışları, gidip gelen sevinçleriyle varoluşun -son derece göreli- bir halidir... Bu mutluluğu bir kenara itmek için gerçekten ya bu konuda kara cahil olmak gerekir ya da hayatı zerre kadar sevmemek! Mutlak mutluluk yoktur (yani saadet), ama mutsuz olmadığımız sürece az çok ya da hemen hemen mutluyuzdur. Müşkülpesent olmayalım! Gerçekliğin yüzüne tüküren nihilistler ya da dekadanlar gibi davranmayalım. Hayatın bana öğrettiği ve benim bir tür bilgelik olarak gördüğüm şeylerden biri şudur: Üç aşağı beş yukarı mutlu olmak, başlı başına bir mutluluktur.
Mutluluk bütün arzularımızın tatmini mi?
Arzularımız bu kadar tanımsız ve oynakken, her seferinde sıfırdan tekrar başlarken, hepsini birden nasıl doyurabiliriz ki? Bu sadece bir rüya, bir deneyim değil!
Hayatımızı mutluluk umuduyla geçirmemiz, sadece mutlu olma koşuluyla yaşamamız kuşkusuz en iyi yolu, mutsuz olmamızın... "Mutluluğa ulaşmanın yolu" der filozof, onu aramamaktır.
466 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.