Bu kitabı mutluluğa takıntılı biri olarak psikolojik temellere dayanarak mutluluk takıntımızı irdeleyen bir eser olarak almıştım ama yazarın mimari kimliği sebebiyle yaşadığımız değşimleri sosyolojik ve tarihsel tabanda mimari ile birleştirerek incelemekte.
Arzu, yaşamın temel güçlerinden biri, belki de en önemlisidir. Yaptığımız hemen her şey arzu tarafından güdülenmiştir - ister yemek, aşk, para, seks ya da iktidar gibi heveslerimiz olsun; ister hakikat, düzen ya da tanrı gibi daha soyut isteklerımiz. Arzu bizim itici gücümüz, varoluş nedenimizdir. Kendimizi nasıl tanımladığımız ve geleceğimizi nasıl şekillendirdiğimizdir arzu. Her sabah yataktan kalkma sebebimizdir. İstediğimiz için varız ve var olduğumuz için isteriz.
Aydınlanma'nın belki de son meyvesı olan modernizm, bilimsel-materyalist zihniyeti bir takıntı haline getirdi. Bilim, genel yasalar oluşturmamızı sağlayan ortak unsurları, yani özleri arar. Bu arayış, modernizmin hem evrenselleştirme yönündeki çabalarına-demokrasi, Esperanto, ekümenizm, refah toplumu ve ücretsiz okul sütü- hem de tanımlayarak ayırma saplantısına bir temel oluşturdu. Dünyayı eşit fakat birbirinden ayrı varlıklardan-bunlar ister atomlar olsun, ister türler, disiplinler, insanlar ya da gökdelenler-müteşekkil türdeş bir alan olarak gören pozitivist yaklaşım, açık ve seçik tanımlar yapılmış olmasını gerektiriyordu. Dolayısıyla, tanımlamak modernizmin en belirleyici edimi, materyalizm ise en belirleyici inancı oldu. Nasıl ki Rönesans Platon'u yeniden keşfettiyse, modernizm de sınıflandırmanın babası Aristoteles yeniden keşfetmiştir.
Ne kadar çok şeye sahip olursak, o kadar fazla istiyoruz. Sanki bizim için vazgeçilmez olan şey, arzunun ta kendisiymiş gibi. Bolluk içinde yüzüyor olsak bile, istemeyi bıraktığımız anda varlığımız da son bulacakmış gibi davranıyoruz.
Eğer herkes mükemmel olsaydı, o zaman her bir bireyin yeri bir başkası tarafından doldurulabilirdi. İnsanlar kusurlu oldukları içindir ki her birey eşsiz ve vazgeçilmezdir.