Belki uykulu ve uyuşuk bir hayatın sonsuz sessizliği, hareketsizliği, maceraların, tehlikelerin, korkuların yokluğu, insanı gerçek hayatın ortasında bir hayal dünyası yaratmaya götürüyor.
- Niçin böyle dertlisiniz?
+ Bilmem ki , Olga . Mutlu olmama da sebep yok; nasıl olayım ?
- Çalışın, insanlarla daha fazla düşüp kalkın.
+ İnsanın bir gayesi olmalı ki , çalışsın. Benim gayem ne ? Hiç birşey.
- Amaç yaşamak.
... alışmıştı; alıştığı şeylerden korkmuyordu. Alışmadığı şey , hareket etmek , hayata karışmak , insan görmek , öteye beriye koşmaktı. Fazla kalabalıkta boğulur gibi oluyordu.
- Fakat bir mutluluğun arkasından başka bir mutluluk gelebilir mi ? ... söyler misiniz ?
+ Hayır , aşk bir defa gelir.
- Ya , gördünüz mü ? Ben de öyle diyorum...
- Bugün kabul günleri; gelsene hem seni onunla tanıştırırım.
- Yok canım, ne işim var orada ?
- Azizim , oraya gitmeyen yok. Gidilmez olur mu? Her şeyden söz edilen bir yer.
-İşte asıl beni sıkacak olan da bu ya ...
“Benim aradığım gençlik, güzellik gibi şeyler değildi. Seni dirilteceğimi sanmıştım. Benim için hayata bağlanırsın, diyordum. Ama sen çoktan ölmüşsün. Bu kadar aldanacağımı tahmin etmiyordum. Hep umuyor, bekliyordum… Şimdi ise… Hepsi boş, sen ölmüşsün.”
Sonra belki makul bir şekilde evlenecek, akıllı uslu bir kadın, bir anne olacak, geçmişini bir genç kız hülyası gibi defterden silecek, yaşamaktan zevk almaya değil, hayata katlanmaya çalışacaktı. Bütün kadınların yaptığı da buydu.
“Mesela deniz, insana hüzün vermekten başka bir şeye yaramaz. Baktıkça ağlayacağınız gelir. Bu uçsuz bucaksız su kitlesi önünde ruh ezilip büzülür; hiç değişmeden, alabildiğine uzayıp giden bu güzel manzarada yorulan göz, dinlenecek bir yer bulamaz.”