Ölünceye kadar... Bir biçime, bir kalıba girmiş artık hayatımız, sonuna kadar değişmeden gidecek öyle. Günden güne biraz daha ihtiyarlayacağız, biraz daha çökeceğiz, eriyeceğiz ama ihtiyarladığımızın, çöktüğümüzün, eridiğimizin farkına da varmayacağız. Günler bizim için hep birbirinin benzeri, birbirinin eşi günler olacak. Yeni yıl! İşte o bir teviyelikten usandığımız, ürperdiğimiz için "yeni yıl" diye bir şey uydurmuşuz. Bir gün oturup birtakım hayaller kuruyoruz, hayatımızda bir değişme, bir yenilik olacağına umuyoruz, hayata sanki yeniden başlayacağız. Bütün o hayaller, bütün o umutlar bir gün sürüyor, ertesi gün gene eski hayatımız, hep bir teviye giden hayatımız başlıyor. Az kaldı, yeniden başlıyor diyecektim. Ne demek "yeniden?" Ne demek "başlamak?" Başlamıyor, bütün eskiliği ile sürüp gidiyor. Çırpınıyoruz o bir teviyelikten kurtulalım diye, şöyle yapabilsem, böyle edebilsem diyoruz. Ama bakıyoruz ki o hülyalar da hep birbirine benziyor. Öyle bir teviyeliğe saplanıyoruz ki ondan rüyalarımızda, hülyalarımızda dahi kurtulamıyoruz. Her gün o hayat, her gün o hayaller, her gün o umutlar. Sanki yaşamıyoruz, bir yere kakılmış, kımıldamadan orada duruyoruz. Ancak ölüme doğru gidiyoruz... O değil, ölüm bize doğru geliyor, daha doğrusu hayat bizden bıkıyor. Onu her gün bir örnek olmaktan kurtaramadığımıza kızıyor, silkiniyor bizden, atıyor bizi. Yeni yıl! Arada bir kendimizi avutmak için uydurduğumuz bir yalan. Bu yılbaşı geçen yılbaşına ne kadar benziyor, tıpkısı onun! Yalnız bunu düşünün "yeni yıl" diye bir şey olmadığını anlamanız için yeter.