Diyebilirim ki sabırla büyüdüm, sabırla yetiştim, sabırla olgunlaştım, kısaca ete kemiğe bürünmüş sabırdan başka bir şey olmadığımı bile soyluyebilirim.
“Hiçbir şey, doğayı izlemenin keyfini sürerek, arada bir de herhangi bir kitabın sayfalarını karıştırarak tek başına yaşamaktan daha hoş olamaz,” diye ekledi. — Ama biliyor musunuz... –diye araya girdi Manilov,– aslında insanın her şeyini paylaşacağı bir dostu yoksa... — Ah, sonuna kadar hak veriyorum size, –diyerek Çiçikov sözünü kesti onun.– Dünyanın en değerli hazinesine bile sahip olsanız, dostunuz yoksa neye yarar? Ne diyordu bir bilge: “Para nedir ki eğer dostun yoksa!”
Hep köyde mi oturursunuz? –dedi. — Çoğunlukla köyde, –dedi Manilov.– Ama iki çift laf edebileceğimiz kültürlü insanlarla birlikte olabilmek için arada bir kente indiğimiz de olur. Malum, hep bir başına kaldı mı insan yabanıllaşıyor.
Herkesin bir düşkünlüğü vardır: Kimi tazılara düşkündür, kimi müthiş bir müziksever olduğunu, müziği bütün derinliğiyle hissettiğini düşünür, bir üçüncüsü yaman bir yemek düşkünüdür, dördüncüsü kendisine verilmiş rolün bir üstünde bir rolü oynamanın sevdasındadır, beşinci biri daha alçakgönüllüce bir hevesin ardındadır: Yatıp kalkıp bir hassa yaveriyle anacaddede bir iki tur atmanın ve dostlara, tanıdıklara, hatta tanımadıklara caka satmanın hayalini kurar durur. Altıncısına öyle bir el bağışlanmıştır ki kâğıt destesinde kupa birlisinin ya da ikilisinin ucuna bir işaret atmak için olağanüstü bir tutkuyla kıvranır durur, yedinci biri ise bir yerleri düzene sokmaya, menzil amirine ya da arabacılara usulca sokulmaya çalışır. Sözün özü, herkes kendince bir şeylere yönelmiştir. Ama Manilov’da böyle bir şey yoktu. Evinde pek az konuşur, daha çok derin düşüncelere dalardı; ama ne düşünürdü, bunun burasını yine yalnızca Tanrı bilirdi.