Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Öncelikli Meseleler Fıkhı

Yusuf el-Karadavi

Öncelikli Meseleler Fıkhı Sözleri ve Alıntıları

Öncelikli Meseleler Fıkhı sözleri ve alıntılarını, Öncelikli Meseleler Fıkhı kitap alıntılarını, Öncelikli Meseleler Fıkhı en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
....insan, boyunun uzunluğu, adalelerinin güçlülüğü, cüssesinin iriliği veya yüzünün güzelliği ile ölçülmez. Bunların hepsi onun asıl cevherinin ve insanı mahiyetinin dışındadır. Sonuç itibariyle beden insanın kılıfı ve bineğidir. İnsanın aslı ve hakikati ise ancak aklı ve kalbidir. . . . Buradan, İslam'ın bedenin sağlığı ve güçlenmesi için bir ölçü koymadığı şeklinde bir anlam çıkarılmamalıdır. Aksine İslam beden sağlığına ve onun güçlendirilmesine pek fazla önem vermektedir. Nitekim Yüce Allah: " .. .Allah onu sizden daha üstün kılmış ve ona derin bilgi ve mükemmel bir beden bahşetmiştir ... " buyurarak Talut'u övmüştür. Sahih hadislerde ise şöyle buyurulmuştur: "Şüphesiz bedeninin senin üzerinde hakkı vardır", "Kuvvetli mümin zayıf müminden daha hayırlı ve Allah'a daha sevimlidir." Hz. Peygamber böyle buyurmakla birlikte, bedenen güçlü olmayı fazilet ölçüsü saymamıştır. Cüssenin iriliği, güçlü oluşu ve yüz güzelliği, yiğitliğin ölçüsü olmadığı gibi, insandaki faziletin bir mihengi de değildir. Nitekim hadiste şöyle buyurulmuştur: "Şüphesiz ki Allah, sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar (kıymet verir)."28
Evleviyat fıkhı, aynı şekilde ”şer’î maksatlar fıkhı” ile de irtibatlıdır. Şer'i hükümlerin genelde muallel (illetlerinin de beyan edilmiş) olduğu üzerinde ittifak edilmiştir. Bunların arka planında gaye ve hedefler vardır ki, şeriat bunları gerçekleştirmek ister. Allah’ın Kur’an’da doksan küsur kez tekrar edilen “el-Hakîm" ismi vardır. Hakîm, bir şeyi batıl olarak yaratmadığı gibi gelişigüzel, oyun ve eğlence olsun diye de bir şeyi meşru kılmaz ve bu konuda hüküm koymaz. Allah tüm bunlardan ve başka noksanlıklardan münezzehtir. Hatta şeriattaki salt taabbudi (ibadet amaçlı yapılan) amellerin bile maksat ve gayeleri vardır. Bu nedenle bizzat Kur’an, ibadetlerin illetlerini bildirmektedir. Mesela namazla ilgili "...Çirkinliklerden ve münkerden uzaklaştırır...”; zekâtla ilgili "onları temizler ve tezkiye eder."; oruçla ilgili "umulur ki, takvaya erişirsiniz...."; hac ile ilgili "böylece kimi faydaları görür ve Allah’ın ismini zikrederler..." buyurmaktadır.
Reklam
... insanların çoğu namaza zekattan daha çok önem vermektedirler. Halbuki Allah Kur'an'ın yirmi- sekiz yerinde bunları yan yana zikretmiştir. Hatta İbn Mesud şöyle demiştir: "Namaz kılmak ve zekat vermekle emrolunduk. Zekat vermeyenin namazı da yoktur!" Hz. Ebu Bekir şöyle demiştir: "Vallahi, namaz ve orucu birbirinden ayıranla savaşırım." Sahabe de zekat vermeyenlerle savaşılacağı konusunda icma etmiştir. Nitekim onlar peygamberlik iddiasında bulunanlar ve onlara tabi olan mürtedlerle savaşmışlardır. İslam devleti, fakirlerin hakkı için savaşan ilk devlettir!
daha önemli meseleler varken fıkhın detaylarında boğulanlar hakkında
Vakit öldüren, cemaatleri parçalayan, insanlara kıyan, cihad ve çabayı yok eden meseleler... Bunlar hedefsiz çabalar, düşmanla yapılmayan cihaddır.
Kafirlerle, ateistlerle, dinsizlerle, laiklerle, ahlaksızlarla ve bunlara destek veren dahili ve harici güçlerle savaşmak, mücadele etmek ise çağımızın farzı ve günün vacibidir.
Sayfa 25
İslam hukukçuları şöyle demiştir: Mesela, Müslümanlardan bir grup düşman elinde esir düşse, onlar da kendilerini korumak için Müslüman esirleri askerin önüne geçirerek kalkan olarak kullansalar ve bu savaşçılarla savaşmaktan vazgeçmekte İslam ümmetine yönelik bir tehlike bulunsa, onlarla savaşmak caizdir. Günahsız ve kanları masum olmakla birlikte, onların elinde bulunan Müslümanların ölümüne yol açsa bile bu durumda ateş açmak caiz olur. Çünkü bütün ümmeti koruma zarureti ve küfrün galip, İslam'ın da mağlup olma endişesi bu Müslümanları feda etmeyi gerektirmiştir, bunların mükafatını Allah verecektir.
Reklam
Faaliyetleri çok fakat yeterli fıkıh bilgisine (ve anlayışa) sahip olmayan insanların yaptığı İslam daveti ürün olarak ancak diken verir. Bu gibi kimseler cılız akıllarıyla yola çıkar­lar ve iyi değil kötü yaparlar. Avrupa ve Amerika toplumlarına hayran olan, beyaz cella­biyeler giyen, elleriyle yemek yemek için yere oturan ve son­ra da parmaklarını yalayan gençlerden İslam'a ne fayda gelir? Bunlara göre böyle yemek ve parmakları yalamak Hz. Peygam­ber'in yeme konusundaki sünnetidir ve onlar Batılılara İslam'ı sunmaya, sünnet olarak gördükleri bu şeyle başlıyorlar? Peki İslam'ın yemek yeme adabı bu mu? Avrupalılar, canı bir şey içmek istediğinde eline bardağı alıp ayakta içme konusundaki sünnete uymak için oturan bir adamı görseler, bu garip manzara mı onların İslam'a girme­sini teşvik edecek? Önemsiz şeyler Allah'ın yolundan saptıracak tarzda neden büyütüldü ve bunlar sebebiyle İslam çirkin bir yüzmüş gibi ortaya konuldu? Sahipleri nezdinde ne kadar mühim olursa olsun, İslam davetinde ihtilaflı meselelerin ortaya atılması asla kabul edi­lemez. Yerde veya elle yemek yemek ibadet değil, adet kabi­linden bir meseledir. İslam'ı böyle bir şey aracılığı ile ortaya koymak tiksinti vericidir. Kadının yüzüne peçe takması, (ko­nuyla ilgili yorumlar dolayısıyla) yapılabilen ve terk edilebi­len bir şeydir. Allah'ın kullarına O'nun dinini sunarken hiç­ bir şekilde bunun ortaya konması caiz olmaz.
adil devlet başkanının işinin abidinkinden üstün oluşu
Adaletli devlet başkanının işinin, abidinkinden onlarca sene daha üstün olması işte buradan gelmektedir. Zira söz konusu devlet başkanı bir günde, binlerce veya milyonlarca mazlumun hakkını gözeten kararlar vermekte, zayi olan hakkı sahibine iade etmekte ve mahrum bırakıldıkları tebessümü onlara iade etmektedir. Bazen de suçluları ve günahkarları
Bir sanatçı öldüğünde yer yerinden oynar, gazete sayfaları ondan bahseden yazılarla dolur taşar. Fakat bir alim veya edebiyatçı ya da büyük bir ilim adamı öldüğünde neredeyse onun ölümünü kimse hissetmez.
Kişinin bilerek yediği bir dirhem faiz OTUZALTI defa ZİNA ETMESİNDEN daha BÜYÜK GÜNAHTIR.
Sayfa 204
Reklam
Önceki alimlerin öncelikler fıkhına dair söz konusu et­tikleri hususlardan biri de şudur: Fitne zamanlarında ve günahların ve fesadın (bozgunluğun) yayıldığı zaman­larda topluma katılıp onu düzeltmeye çalışmak mı, yoksa bir köşeye çekilip kendini kurtarmak mı Müslüman için ev­ladır? Sufilerin çoğunluğu, böyle zamanlarda, ikinci tavrı yani köşeye çekilmeyi tercih etmişlerdir. Rabbani ve mücahid alimler ise Peygamberlerin yolu olan, insanların arasına ka­rışma, mücadele ve insanların verdiği sıkıntılara sabretme yolunu tercih etmişlerdir. İbn Ömer'in naklettiğine göre Hz. Peygamber şöyle bu­yurmuştur: "İnsanların arasına karışıp onlardan gelen sıkıntılara sabreden mümin, onların arasına karışmayan ve sıkıntılarına sab­retmeyenden daha hayırlıdır."
Pek çok kitabımda şunu zikretmişimdir: Çoğalmaları, bir­biriyle çarpışma ve çatışma tarzında değil de, çeşitlilik ve uzmanlaşma şeklinde olduktan sonra, İslam adına çalışan cema­atlerin çoğalmasında bir engel yoktur. Zira çeşitlik şeklindeki çoğalma zenginlik ve üretimin artmasına yol açarken, çatışma tarzındaki çoğalma birbirine yemeye ve bitirmeye götürür.
.....farzlar dinin pratiğe yönelik (ameli) esaslarıdır. Kim bunları tam olarak yerine getirir ve hiçbirini eksik yapmazsa, bunların ötesinde kalan sünnetleri eksik yapsa da, cennetin kapısını önüne açmış olur. Hz. Peygamber'in eğitim metodu, sonu gelmeyen ayrıntı ve cüzi meselelere değil, rükün ve esas kabilinden olan hükümlere yoğunlaştırmak şeklinde idi.
Geçmiş zamanlarda İslam'ın öngördüğü cihadın hedefi gayet açık olup (İslam'a) davet yolundaki maddi engelleri ortadan kaldırmaktı. O zamanlarda imparator ve krallar İs­lam davetinin halklarına ulaşmaması için arada bir engel olarak duruyorlardır. Bu sebeple Hz. Peygamber elçilerini bu imparatorlara gönderip onları bu yolla İslam'a davet et­ti. Ayrıca, halklarını sapıtmalarının günahının, onların hari­ci bir sese kulak vermelerini engelleyenlere olacağını bildir­di. Çünkü bu krallar, uyuşukluklarından harekete geçirirler, kendi şahsiyetlerinin farkına vardırırlar, uykularından uyandırırlar ve putlarına başkaldırırlar korkusuyla davetçi­lerin halka ulaşmasını engelliyorlardı. Bundan dolayı onla­rın zaman zaman davetçileri öldürdüklerini, bazen Müslü­manlarla savaşmak için acele ettiklerini ya da savaş için ha­zırlık yaptıklarını ve kendi yurtlarında onları tehdit ettikle­rini görmekteyiz. Fakat bugün, özellikle farklılıkları kabul eden özgür ülke­lerde İslam davetinin önünde engeller bulunmamaktadır. Böylece Müslümanlar davetlerini sözlü, yazılı ve görüntülü olarak muhataplarına ulaştırabilmektedirler. Aynı şekilde farklı dillerde ve anlamaları için her toplumun kendi diliyle bütün dünyaya görüntülü yayınlar yoluyla daveti ulaştırabil­mektedirler. Fakat bugün Müslümanlar gerçekten de son de­rece ihmalkardırlar. Dolayısıyla da yeryüzü milletlerinin İs­lam'ı bilmemelerinden sorumludurlar.
Mühim bir nokta
Zahirilerin önceki ve yeni gruplarının durumunda olduğu gibi, nassların zahirine donarcasına yapışıp kalmak yeriImiş bir şey olduğuna göre, önceki alimlerin zamanlarıyla bizim zamanımızın, ihtiyaçlarıyla bizim ihtiyaçlarımızın ve bilgi bi­rikimleriyle bizim bilgi birikimimizin farklı olduğunu dikka­te almadan, onların görüşlerine kuru kuruya yapışmak daha çok yerilmeyi hak eder. Öyle zannediyorum ki, onlar da bi­zim zamanımızda yaşasalardı bizim gördüklerimizi görecek­ler, bizim yaşadıklarımızı yaşayacaklar ve -ictihad ehli olan bu alimler- elbette pek çok fetva ve ictihatlarını değiştirecek­lerdi. Nitekim önceki alimlerden sonra gelenler, aralarında yakın bir zaman dilimi olmasına rağmen, çağ ve zamanın de­ğişmesi sebebiyle, onların pek çok ictihadını değiştirmiştir. Hatta alimlerin bizzat kendileri, yaşlanma, olgunluk, zaman ve yerin etkisiyle kendi hayatlarında ictihatlarının değişmesi­ ne bağlı olarak kendi görüşlerinin pek çoğunu değiştirmişler­dir. Hatta İmam Şafii'nin, Mısır'a yerleşmeden önce "kadim" diye, Mısır'a yerleştikten sonra da "cedid" diye bilenen iki ayrı mezhebi olmuştur. Bunun sebebi, Mısır'a gittikten sonra daha önce duymadıklarını duymuş ve görmediklerini gör­müş olmasıdır. İmam Ahmed' den de bir meselede birbirine zıt pek çok görüş nakledilmiştir. Bunun sebebi de, onun fet­vasının şartlara ve durumlara göre değişiklik arz etmesidir.
861 öğeden 31 ile 45 arasındakiler gösteriliyor.