Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Zihniyet , Siyaset ve Tarih

Şükrü Hanioğlu

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Zihniyet , Siyaset ve Tarih Gönderileri

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Zihniyet , Siyaset ve Tarih kitaplarını, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Zihniyet , Siyaset ve Tarih sözleri ve alıntılarını, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Zihniyet , Siyaset ve Tarih yazarlarını, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Zihniyet , Siyaset ve Tarih yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Fromkin'e göre bir Osmanlı "hayaleti" günümüzdeki Irak buhranı da dahil olmak üzere bu coğrafyanın her yerinde karşımıza kriz nedeni olarak çıkmaktadır. Yazarın iddiasınca, günümüz sorunlarının temelinde imparatorluğu millî değil de İslâmî bir yapı olarak gören "Türk" yöneticilerin dini her şeyin önüne geçirmeyi Ortadoğulular'a öğretmiş olmaları yatmaktadır. Gene Fromkin'e göre günümüzde Ortadoğu'da dine atfedilen ehemmiyet aynı zamanda halife olan sultanların mirasıdır. Yazı, ABD akademik çevrelerindeki Osmanlı/Türk "uzmanlığı"nın seviyesi hakkında ilginç ipuçları vermenin yanı sıra, Osmanlı tarihi bilinmeden Ortadoğu ve Güneydoğu Avrupa'daki gelişmelerin anlaşılmasının ne denli zor olduğunu orta ya koymakta, bunlara ilâveten de Osmanlı tarihinin yarım ya malak bilinmesinin hiç bilinmemesinden daha vahim sonuçlar doğurabileceğini ispatlamaktadır.
Hiçbir toplumun tarihsel bir boşluk içinde yaşayabilmesi, tarihini silerek sıfırdan yeni bir yaşama başlayabilmesi mümkün değildir. Ancak, toplumlar dinamik varlıklar olarak sürekli değişirler ve bu değişimler, tarihî etkileri törpüleyerek bunları, değişimin ölçüsüne paralel biçimde, gitgide daha az hissedilir hale getirirler. Tarihî kopma noktaları diyebileceğimiz büyük dönüşümler ise bu süreci hızlandırır. Cumhuriyet öncesi Osmanlı devlet yapısı ve bürokratik örgütlenmesi ile kendini "ilerlemeci tek parti" olarak görmeye başlayan İttihad ve Terakki'nin modern Türkiye'nin yapılanmasında, kökleri Tanzimat'a kadar inen kameralist zihniyet ile Le Bonist seçkinciliğin, toplumu "halk için ama halka rağmen", yukarıdan aşağıya yeniden düzenlemeye çalışan Cumhuriyet aydınları üzerinde ve Osmanlı entelektüel çevrelerinde yaygın kabul gören Feurbach sonrası kaba Alman materyalizmiyle, pozitivizmin popülerleştirilen şekillerinin toplumsal ilerlemeyi bir din-bilim çatışması olarak sunan yaklaşımlarının Cumhuriyet ideolojisinin şekillenmesinde ne denli etkili oldukları ortadadır.
Reklam
Osmanlı geçmişiyle sürekli bir aşk-nefret ilişkisi yaşayan Türk toplumunun bu alandaki devamlılık-kesinti yaklaşımı süreç içinde ciddi değişimlere uğramıştır. Cumhuriyet sonra sında, ilk olarak Yunanistan'daki Tourkokratia benzeri bir Osmanlı parantezi yaratan Türk resmî ideolojisi, bu "karanlık dönemi" tıpkı Macar, Bulgar ya da Yunan toplumlarının yaptığı gibi tarihinin dışına itmeye çalışmıştır. Bu, genellikle var sayıldığının aksine, bir devr-i sabık (ancien regime) yaratmanın oldukça ötesine giden bir yaklaşımdır. Diğer bir ifadeyle, Türk resmî ideolojisi sadece Cumhuriyet öncesi rejimi eleştirmekle kalmamış, tüm Osmanlı geçmişini Türk tarihinin olağan gelişme sürecini raydan çıkaran karanlık bir çağ olarak mütalaa etmiştir. Bunu sağlamak için, bir yandan Orta Asya ve Anadolu'da Osmanlı öncesi parlak geçmişler yaratılırken, diğer yandan da Osmanlı'dan koparak, ona isyan ederek doğduğu savunulan bir Cumhuriyet kutsanmıştır.
Aslında üst kimlik belirlerken "Osmanlı" kavramının yerine "Türk"ü ikame etmekten başka bir şey yapmayan Cumhuriyet ideolojisi, bu anlamda bizatihi bir yenilik getirmemekle birlikte, milliyetçilik temeline dayanan ulus inşaı sürecinde bu kavramın içini bu kez bütünüyle hâkim kültürün değerleriyle doldurarak, bu kültür merkezli efsaneler yaratarak, onun "parlak geçmişini" temel tarih referansı haline getirerek alt kimliklerin hareket alanını, "Osmanlı" üst kimliğine nazaran daha fazla sınırlıyor, onları tamamen folklorik düzeye indirgeme girişiminde bulunuyordu.
Uzun süre savunulan bir fikir olan Türkler'in Avrupa'da yerlerinin olmadığı, "pılıpırtılarıyla" beraber geldikleri yere (Asya'ya) gönderilmeleri gerektiği tezi de bu çerçevede bir dinî mücadele olmanın yanı sıra bilimsel bir gerekliliği icra düşüncesini ihtiva etmeye başlıyordu. Nitekim bizzat Darwin de Türkler'in ırk olarak düşük niteliklere sahip olduğunu düşünüyordu. Benzeri şekilde parçalanan Osmanlı İmparatorluğu'nun Ege ve Akdeniz sahillerine iki çalışkan Akdeniz ırkının, Yunanlılar'ın ve İtalyanlar'ın yerleştirilmeleri önerisinin fikrî arka planında böylesi "bilimsel" tezler yer alıyordu.
1908 Temmuz'unda otuz iki yıllık bir rejimin suhuletle alaşağı edilmesi ve 1922'de her dediklerine boyun eğmekten başka bir çare bulunmadığına inanılan savaş galiplerine karşı zafer kazanılmasından kaynaklanan toplumsal prestiji arkalarına alan siyasî teşekküllerin "vatan kurtarıcılığı" sıfatları, siyaset mühendisi olarak eleştiriye kapalı bu kurumlara itirazı daha da zor hale getirmiştir. Bu ise yalnızca siyasetin eşit olmayan teşekküller aracılığıyla yapılması sonucunu doğurmamış, aynı zamanda ideoloji kanalıyla diğer devlet kurumlarıyla bütünleşen bu partiler, kendilerini siyasî kuruluştan ziyade devletin bir parçası olarak görmeye başlamışlardır. 1908 sonrasında kendisini "cemiyet-i mukaddese" olarak gören Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin kendisine yönelik eleştirileri vatan hainliği, ülkenin satılması çabalarıyla eşanlamlı kabul etmesi, siyasetin kendi egemenliğinde olması gerekliliğini vurgulamasıyla günümüzde bir siyasî partinin "Cumhuriyet'in kurucusu olma" zemininde politika yapması aynı ideolojik temellere dayanmaktadır.
Reklam
Bugün tarih kitaplarında kendine bir paragraflık yeri zorlukla bulan ve genellikle günümüzle bir ilintisi olmadığı var sayılan 1908 İnkılâbı, bir siyasî rejim değişikliği kadar bir ideolojik kabuk değiştirmeyi de beraberinde getirmiştir. Her şeyden önce ondokuzuncu asır Alman vülgermateryalizmiyle onun kıyasıya eleştirdiği Littre'nin pozitivizm yorumu, onsekizinci asır Fransız materyalizmi ve Sosyal Darwinizm'in karıştırılmasıyla ortaya çıkarılan bir Osmanlı bilimciliğini temel alan bu yeni ideoloji, bunu süreç içinde bir din haline getirmiş ve bilhassa Cumhuriyet sonrasında yoğunlaşan dinbilimcilik çatışması toplumumuzda temel siyasî tartışma eksenini oluşturmuştur. Bunun, genellikle yapıldığı gibi, bilime ehemmiyet atfetmekle karıştırılmaması gereklidir. Ondokuzuncu asrın yaygın kabul gören bilimci tezi olan dinin yerini bilimin alacağı toplum fikrinin siyasî ideolojinin temeline yerleştirilmesi, böylece bilimin siyasî söylemin parçası haline getirilmesi toplumumuza siyasetin bir ilericilik-gericilik çatışması, dindarlığın ise bir siyasî tavır olarak mütalaa edilmesi mirasını bırakmıştır.
İkinci Meşrutiyet Garbcılan'nm önemli tezlerinden birisi de " D i n avamın ilmidir, ilim havassın (seçkinlerin) dinidir" fikriydi.
"İki Türkiye"nin nasıl bir bağdaştırma sonucunda "Bir Türkiye" haline getirilebileceği hepimizin üzerinde hassasiyetle düşünmesi gereken bir meseledir. Temelleri Osmanlı son döneminde atılan ve bilhassa 1940'lar sonrasında geçirdiği ortodokslaşma sonucunda katılaşan bir ideolojinin, aslî beklentilerini karşılamaktan uzak kalan gelişmelere bakarak kendini ıslah etmesi, bu alanda önemli bir adım teşkil edebilir. Ortodoksluğa sahip çıkarak daha da katılaşma ise zannedilenin tersine "Bir Türkiye"ye geçişi zorlaştırabilir. Ancak unutulmaması gereklidir ki, İki Türkiye'den birisinin diğerini ortadan kaldırarak "Tek Türkiye" haline getirmesi ancak toplumsal düzenin altüst olmasıyla mümkündür. Her iki Türkiye içinde de bunu kabul etmeyenler bulunmakla beraber, bunların ufak azınlıklar olmaktan öteye gitmemeleri, bize geleceğe umutla bakma imkânı vermektedir.
30 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.