Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Osmanlılar`da Bilimsel Düşüncenin Yapısı

Remzi Demir

Osmanlılar`da Bilimsel Düşüncenin Yapısı Gönderileri

Osmanlılar`da Bilimsel Düşüncenin Yapısı kitaplarını, Osmanlılar`da Bilimsel Düşüncenin Yapısı sözleri ve alıntılarını, Osmanlılar`da Bilimsel Düşüncenin Yapısı yazarlarını, Osmanlılar`da Bilimsel Düşüncenin Yapısı yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
88 syf.
10/10 puan verdi
·
3 saatte okudu
Osmanlılar'da Bilimsel Düşüncenin Yapısı - Remzi Demir
Bu kitap, hakikaten güzel bir kitap. Akademisyen yazarımız iki konuyu ele alıyor: Osmanlı'nın temel bilgi paradigması (i) ile Osmanlı'nın niçin bilimde geri kaldığını (ii) ana hatlarıyla ortaya koyuyor. Vaktim olursa bir kez daha okuyacağım. Puan olarak 10/10 veriyorum. Sosyal bilimlerle ilgilenenlerin okumasını tavsiye ederim.
Osmanlılar`da Bilimsel Düşüncenin Yapısı
Osmanlılar`da Bilimsel Düşüncenin YapısıRemzi Demir · Epos Yayınları · 201414 okunma
Osmanlı Devleti, siyaset anlayışı gereği , sömürgeci değil, ama korumacıdır; yani yönetimi veya denetimi altına aldığı ülkelerin, bütün iktisadi kaynaklarını, Osmanlı Ülkeleri'ne aktarmayı, Nizam-ı Alem (Evren'in Düzeni) ülküsü açısından sakıncalı görmüş ve Şeriat ve Örf tarafından belirlenmiş vergi gelirleriyle yetinmeyi uygun bulmuştur (Demir 2014; 81).
Reklam
Osmanlılar Dönemi'nde ise sanatçılar, sanayicilere dönüşememiştir; elbette bunun birçok nedeni olabilir; ancak bunlardan birisi de, bilimle teknoloji arasındaki bağın kavranamayışı ve bu bağın meyvelerinin üretime uygulanamayışıdır; bu ise doğrudan doğruya, Orta Çağ İslam Dünyası ile Osmanlı Dünyası'ndaki billimsel etkinlikleri yönlendiren bilim anlayışıyla -veya bu anlayışın sonucu olan Kuramsal Çerçeve'yle- ilişkilidir. Bütün İslam Dünyası 'oda 19. yüzyıla değin Bacon'cı Bilim Anlayışı hiç tanınmamış ve bilimsel etkinlik, yukarıda da belirtildiği gibi , Yaratılanlar ile Yaratan arasındaki bağları kavramak için yapılmıştır; bu temelde, yararcılık-ötesi bir tutumdur; en azından dünyevi değil, uhrevi bir yararı gözetir. Osmanlı bilginleri, Dünya'yı insanların -burada Müslümanlar'ın- çıkarları doğrultusunda değiştirmek istemezler veya değiştirilmesine entelektüel açıdan destek vermek istemezler; bilakis olduğu gibi korumaya ve kendi bilim anlayışları çerçevesinde kavramaya çalışırlar; yani Doğa'ya yönelik epistemolojik tavırları, anlama-değiştirme ekseninde değil, anlama-koruma ekseninde yürür (Demir 2014; 74-75).
Buna karşılık, laiklik için gerekli olan düşünsel temellerin 17. yüzyılın birinci yarısında atılmış olduğunu görmek oldukça şaşırtıcıdır. Katib Çelebi, yukarıda adı geçen Mizan el-Hakk fi İhtiyar el-Ahakk adlı meşhur eserinin girişinin sonuna eklediği ''Tenbih'', yani ''Uyarı'' başlıklı bölümünde, bu risalesini yazma gerekçesini açıklarken ve burada, dini gerekçelerle çatışmakta olan insanları , birbirlerini anlamaya ve hoş görmeye çağırırken laiklik çözümüne büyük ölçüde yaklaşmıştır; ona göre, insanlar yaratıldıkları andan beri fırka fırka ayrıldıkları ve her fırkanın kendine göre bir mezhebi ve kendine göre bir meşrebi olduğu için, akıl sahipleri, bu ayrılığın hikmetini düşündükten ve inceledikten sonra, altında birçok neden bulacaklar ve kimsenin mezhebine ve meşrebine saldırmya yeltenmeyeceklerdir (Demir 2014; 69).
Sonuç olarak denilebilir ki kelamın medreselerde ve tasavvufun ise tekkelerde öğretilmesi ve yayılması nedeniyle, Osmanlı aydınlarının çoğunluğu, bu öğretilerin doğa-bilimlerine ilişkin olumsuz görüşlerinden etkilenmiştir; bilimlerin Osmanlı Dünyası'nda gereği gibi kurumsallaşmamasının ve benimsenmemesinin en önemli nedenlerinden birinin bu olduğu anlaşılmaktadır (Demir 2014; 55).
Osmanlı bilginleri -burada doğa bilginlerini kastediyorum- doğaya bakarken ve doğanın bilgisini ararken, Yaratan-Yaratılan ilişkisini öne çıkaran ve Orta Çağ İslam Dünyası'ndan miras alınan bir yaklaşım içerisindeydiler. Kısacası onlar için önemli olan, doğada bulunan nesneleri ve bu nesnelerin neden oldukları olguları akli bir çabayla kavramak değil, Yaratılan olarak görülen bu unsurlarla, Yaratan olarak görülen Tanrı unsuru arasındaki zorunlu bağlantıları kavramaktı; böylece aslında yapmak istedikleri şey, Yaratılanlar'ın bilgisinden Yaratan'ın bilgisine ulaşmak ve ''Müslüman'' insan'ı bu bilgiye göre yeniden temellendirmekti (Demir 2014; 11).
Reklam
Kuramsal Çerçevenin din'i ve felsefi yapısı Kuran'ı Kerim tarafından belirlenmişti ; ama uygulamada, iki temel yaklaşım etkili oldu . Bunlar'dan bir_incisi Şeriat ikincisi ise Tasavvuf olarak adlandırılabilinir. Her ikisi de temelde Yaratılan-Yaratan ilişkisini temele alıyordu; ancak Şeriat, Yaratılanlar ile Yaratan'ı ayn varlık alanları olarak görlürken, Tasavvuf, yani Yeni Platoncu Felsefe'nin İslami versiyonu, Yaratılanlar ile Yaratanı aynı varlık alanı olar'ák görüyordu .
Tıbbi eserlerde ve bunların dışında mesela farmakoloji ve bo­tanik ile ilgili eserlerde, sık sık karşılaşılan ''Mücerrebdir'', yani ''Tecrübe edilmiştir veya denenmiştir'' cümlesi ise, bir deneye değil, bir denemeye işaret eder. Aslında deneme de bir tür deney­dir; ancak deneyde matematiksel bir tasarımın doğaya uygun olup olmadığı araştırılırken, denemede fiziksel bir maddenin (bu­rada basit veya mürekkep bir devanın, yani ilacın), önce başka bir canlı ve sonra insan üzerinde beklenen etkiyi yapıp yapmadığı araştırılır; dolayısıyla deneme, bilgi doğrulama sürecinde, oldukça sınırlı bir uygulama alanına sahiptir ve doğayı kavramaya yö­nelik bütün bilimsel girişimlerde kullanılması olanaksızdır.
Hiç kuşkusuz ki en önemli nedenlerden birisi, fiziğin, yani doğadaki oluşumları inceleyen doğa-bilimlerinin haram olduğuna inanılmış olmasıdır. Nitekim, 17. yüzyılın ikinci ya­rısı ile 18. yüzyılın birinci yarısında yaşayan ve Saçaklızade lakabıyla tanınan Muhammed ibn Ebi Bekr el-Mar'aşi (Ölümü 1732), Tertlb el-' Ulum (Bilimlerin Dizilmesi) adlı eseri­nin Birinci Bölüm'ünde, mantığın şeri açıdan değerini belir­lerken, ''Mantığın felsefeyle ilişkili olması, haram olmasını gerektirmez;çünkü felsefe, bütün dallarıyla haram değildir. Felsefeden haram olanlar, sadece metafizikle ve fizikle ilgili olanlardır; ancak hesap da felsefeye dahil olduğu halde, haram değildir." demiş ve fiziğin haram olduğunu açıkça beyan etmiştir.
Osmanlılar Dönemi'nde mevcut Kuramsal Çerçeve, mevcut bilgi arama yöntemleriyle desteklenmiş ve yeni bir bilgi arama yöntemi arayışına girilmemiştir.
Reklam
Doğrusunu söylemek gerekirse, altı asırlık Osmanlı bilim tarihi boyunca, kapsamlı bir çeviri etkinliği yaşanmamıştır; dönem dönem çeviriler yapılmış, ancak önemli eserlerden çok önemsiz eserler, bilimsel eserlerden çok edebi ve tarihi eserler çevrilmiş­tir.
Islam bilim geleneğinin ve bu geleneğin üzerinde yükseldiği Yunan bilim geleneğinin temel eserlerinden sadece birkaç tane­ sinin Türkçeye kazandırılmış olmasını son derece önemli bir ye­ tersizlik olarak kabul etmek gerekir. 16. yüzyıla kadar, Aristote­ les 'in, Batlamyus'un ve Galenos'un ve diğer taraftan İbn Si­ na'nın (el-Kanunf i't-Tıb istisna tutulacak olursa), Beyruni'nin ve İbnü'l-Heysem'in büyük eserleri ve 16. yüzyıldan sonra, Kopernik'in, Galilei'nin, Kepler'in ve Newton'un büyük eserleri çev­rilmemiş ve Türkçe olarak işlenmemiştir.
27 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.