Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Osmanlının Arka Bahçesi

Mevlüt Uluğtekin Yılmaz

Osmanlının Arka Bahçesi Sözleri ve Alıntıları

Osmanlının Arka Bahçesi sözleri ve alıntılarını, Osmanlının Arka Bahçesi kitap alıntılarını, Osmanlının Arka Bahçesi en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Koca Sekbancıbaşı Risalesi’nde Türk Milleti “hırsız” olmakla itham edilirken, Mehmet Halife’nin Tarih’i Gılmani adlı kitabında yüce milletimize “çarıklı Türk” sıfatı layık görülmektedir. Göriceli bir Arnavut devşirmesi olan Koçi Bey ise “şehir oğlanı, çingene ve yankesici” sözcükleri ile Türk kelimesini yanyana ve aynı anlamda kullanmıştır. Tarih-i Naima’nın yazarı devşirme Mustafa Naima Efendi için de devlet kurucusu ırk, “nadan Türk, idraksiz Türk, çirkin suratlı Türk, mel’un Türk’dür!” Dönme-devşirme Osmanlı egemen zümresinin bu devşirme aydını, Türk Milleti’ni çoban köpeğine bile benzetmiştir. Gelibolulu Ali olarak da bilinen Mustafa Ali için de Türk Milleti, “köylü, kötü huylu, manav ve kır adamıdır”. Koçi Bey, “Haremi Humayun’a kanuna aykırı olarak Türk ve yörük, çingene, yahudi, dinsiz, mezhepsiz nice kalleş ve ayyaş şehir oğlanlarının” girmesinde şikayet ederken, Gelibolulu Ali, muhtelif milliyetleri övdükten sonra, Türk için şu ifadeleri kullanabilmektedir. “... Anadolu, Karaman ve Rum ülkesi adlarını alan pasaklılar ülkesi halkı, elbette kır adamıdırlar. Bunlar arasında güzel ve sevimli olanı az görülen, çeşitli biçimde çirkin kimselerdir.” Bu Türk düşmanlığı, bu Türk’e küfür etme, Türk’ü hor görme alışkanlığı, önce ümmetçi sonra kozmopolit Osmanlı döneminde öylesine bir sükse ve yarış haline gelmiştir ki, bir Türk olan Hoca Sadeddin Efendi bile, “kavrayışı kıt Türkler, hilebaz Türk, akılsız Türkler” gibi ifadelerle (ortama uyarak) kendi milletini aşağılayabilmiştir.
Reklam
İngiliz, hükmettiği her yere valisini koydu, vergisini aldı, zamanı gelince de çekilip gitti. Gitti ama, en azından dilini ya birinci, ya da ikini dil olarak bıraktı. Hindistan'da, Pakistan'da olduğu gibi... Ve sonra "İngilizce Konuşan Milletler Topluluğu'nu yaratarak, dünya milletlerinin karşısına dikildi! Biz ise, 400 küsur sene yönettiğimiz Bosna'ya tercüman ile gider olduk... Ve yine 400 sene yönettiğimiz, (rahmetli anamın kavm-i necip diye toz kondurmadığı) Müslüman Araplardan, şu an bize can dost olan bir Arap ülkesini kim gösterebilir?
İttihatçıların adeta "tetikçisi" olan Yakup Cemil, Enver Paşa gibi Babıali'ye baskın yapıp kendi arkadaşlarının iktidarını devirmek istediği sırada yakalanır. Sanık sandalyesindeki Yakup Cemil'e, Savcı sorar: -Diyelim ki, hükümeti devirip, kendi istediğin hükümeti kurdun... Pekiyi, memleketin kalkınmasını nasıl sağlayacaktın? Yakup Cemil Yanıt verir: -Memlekette koyun çok... Koyunculuğa önem verecektim!
Sayfa 86 - ToganKitabı okudu
Dönme-devşirmeler için, yabancı yazarlar da, Türk tarihçilerinin, tespitlerine yakın ifadeler kullanmaktadırlar. Sözgelimi, Rumen yazar İorga, özet olarak şöyle demektedir: "Osmanlı yöneticileri ile Türkler arasında, daha doğrusu Türklüğün geçmişine bağlı kalan halk tabakasıyla, Hıristiyan ırklardan devşirilmiş dönme vezirlerden, paşalardan, beylerbeyinden ve kadı-askerlerden meydana gelen Osmanlı egemen sınıfı arasında; çok esaslı farklar vardır. Bu devşirmelerin birçoğu Rum ve birçoğu da Slav'dır. Fakat bu Slavlar, Bulgar cinsinden değil, Sırp cinsindendir. Bu durum o dereceye varmıştır ki; Sultan Süleyman devrinde Osmanlı devlet yetkilileri üç dil kullanıyordu. Bu diller Türkçe, Rumca veHırvatça'dır... Venedik arşivleri İstanbul'dan gönderilen o devrin Rumca'sıyla yazılmış belgelerle doludur..." Ve onlar, Müslümandılar... Ne var ki "Kan döktükçe Allah'a daha çok yaklaşıyorum" diyen bir Kuyucu Murat Paşa celladının anlayışı ölçüsünde Müslümandılar!
Sayfa 47 - ToganKitabı okudu
Gelen üç bin Arnavut'a, Çelebi İbrahim Paşa saldırı komutunu verince, Arnavutlar: "-Biz savaşmayız!" demez mi? Güngörmüş Paşa, yanındaki çavuşunu gönderip, bazen Arnavutça, bazen Türkçe nasihat ettirdi. Fakat Arnavutlar bayraklarını kale kapısına dikip, hep bir ağızdan: "-Biz cenk etmeyiz. Kapıları açın gidelim. Yoksa döner
Reklam
Kadı-zadeli bir vaize, meraklar sorarlar: -Peygamber zamanında şalvar ve don yoktu, size göre bunları giymek din dışı davranıştır. Şalvar ve donu yasaklar mısınız? -Evet yasaklarız. Peştamal kuşansınlar. -Pekiyi, size göre kaşık kullanmak da din dışıdır. Bu konuda ne dersiniz? -Yemeği elleriyle yesinler. -İyi de, kaşık yasak olunca kaşıkçı esnafı ne yapacak? -Misvak ve tesbih yapıp geçinsinler... Bu yanıtlar karşısında, soru soran dayanamaz: -Efendi, siz halkı soyup, götü çıplak çöl Arabının kıyafetine sokmak istiyorsunuz, diye feryat eder...
Sayfa 115 - ToganKitabı okudu
Kazı-zadeliler, matematik eğitiminin caiz olmadığını savunuyorlardı... Arap kıyafetleri dışındaki giysileri giymenin dinden çıkmak olduğunu öne sürüyorlardı... Selam şekli, mezar ziyaretleri, Hızır Peygamber'in sağ olup olmadığı, ezanın güzel sesle okunup okunmayacağı, Firavun'un imanla ölüp ölmediği gibi konuları tartışıyorlardı...
Sayfa 113 - ToganKitabı okudu
1620'li yıllar... Genç Osman eli kanlı devşirmlerce şehit edilince; devlet yine bir süre, akıl hastası 1. Mustafa, 1623 yılında da, Rum Anastasya (Kösem Sultan)dan doğma, 12 yaşında henüz bir çocuk olan 4. Murat'a kaldı... Gerçekte ise devlet, Kösem Sultanın elindeydi. Kösem Sultan buyuruyor; 4. Murat, anasından aldığı o buyruğu, kendi buyruğu imiş gibi uygulatıyordu.
Sayfa 112 - ToganKitabı okudu
1920'lerde TBMM'de "Sıtma ile mücadele etmek için kanun çıkartalım" diyen bir doktor milletvekiline; sözde din adamı olan bir diğer milletvekilinin üzerine öfke ile yürüyerek "Allah'tan gelen bir hastalıkla nasıl micadele edebilirsin?" diyebilmiştir. Biraz önce belirttiğimiz gibi, toplumların gerilemesi ve ilerlemesi, bir zihniyet sorunudur. Kör zihniyetin tutsağı olan akıl, doğal olarak sürekli uykudadır. Şu da bir gerçek ki; aklı yüzlerce yıl uykuya dalmış bir toplum, başkalarının kölesi olmaya mahkumdur!
Sayfa 84 - ToganKitabı okudu
Reklam
Şimdi ise o küffar, 15. yüzyılda Osmanlı'nın iğreti olarak tuttuğu, sonra da elden kaçırdığı müspet bilim ipinin üstünde; tek ayak üzre ne acayip hünerler gösteriyordu! İşte, Sultan 3. Mustafa da o ipin kaçtığı dönemlerin çocuğuydu; bu suç onun suçu olamazdı. Çünkü yetiştiği orta, fırtınasız bir beyin istiyor; insanoğluna statik-durgun bir hava solutuyordu. Üstüne üstlük, kefereye karşı kazanılmış "zaferlerle dolu" bir geçmişin yüksek gururu; o keferenin icat ettiklerini kabullenmeyi zorlaştırıyordu. "Benim bilgim yeterlidir" mantığı, "İlim Çin'de de olsa alınız" buyruğu karşısında inatlaşıp duruyordu! Ama gerçek de ortadaydı; Avrupa baş döndürücü bir hızla ilerliyordu!
Şu sözler ömrünü Osmanlı tarihi yazarak geçiren Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'ya aittir: "Venedik elçisi J. Soranzo kendi hükümetiyle Osmanlı Hükümeti arasında ihtilaflı olan Dalmaçya hududunun tahdidi (sınırlandırılması) hususunda Nurbanu Sultan'la 3. Mehmet'in validesi Safise Sultan (Bafo), Yahudi Kira kadın ve tabiblerden Yahudi Salamon Nathan'ın yardımlarını görmüştü."
Sayfa 76 - ToganKitabı okudu
Selim'den sonra 1574 yılında tahta geçen 3. Murat ise bir kadın kölesiydi. Bu Padişah zamanında Saray'ın "Haram Dairesi" bir başka alemdi! Anası Yahudi Raşel, (Osmanlı'daki adıyla Nur Banu Sultan) olan bu Padişahın karısı da (Safiye Sultan olarak bilinen) Venedik'in Bafo ailesine mensup bir İtalyan'dı. Raşel, gelini sevmiyordu. Oğlunu, gelini olan İtalyan'dan soğutmak için yatağına her gün bir ayrı kadın sunuyordu. 3. Murat'ın, kırk haseki kadını ve dört yüz cariyesi vardı. Yüzden fazla çocuğu dünyaya geldi. Sarayda her gece elli beşik sallanır oldu. Her gün ikindiye kadar saz ve şarap meclisinde, cüceler ve soytarılarla eğlenir, sonra da: "Şükürler olsun, bugün de böyle geçti!" der ve haremine geçerdi... Bu sefahat ve seks furyası içinde, sonunda "sara"ya da tutuldu. Daha sonra da akli dengesini yitirdi.
Sayfa 73 - ToganKitabı okudu
Ve onlar Aşıkpaşaoğlu'nun ifadesiyle: "Türklerin boynuna ip taktılar, it yeder gibi yettiler..."
Sayfa 23 - ToganKitabı okudu
Rum Mehmet yürüdü. Larende'ye vardı. Mescitlerini ve medreselerini yaktı, yıktı ve bozdu. Babasının evi gibi girip harap eyledi. Şehrin kadınlarını ve oğlanlarını soydurdu. Çıplak ettirdi. Larende'den gitti. Vardı, Ereğil'ye çıktı. Ereğli'nin ilini ve köylerini harap etti... Rum Şeytanı Mehmet Paşa, İstanbul'un acısını almak isterdi.
Sayfa 15 - ToganKitabı okudu
48 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.