Özal'ın Dış Politikası (1983-1989) Sözleri ve Alıntıları
Özal'ın Dış Politikası (1983-1989) sözleri ve alıntılarını, Özal'ın Dış Politikası (1983-1989) kitap alıntılarını, Özal'ın Dış Politikası (1983-1989) en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Kıbrıs'ın Yunanistan topraklarına katılmasını destekleyenlerin
başında, Kıbrıs Rum toplumu üzerinde büyük nüfuz sahibi olan
Rum Ortodoks Kilisesi gelmekteydi. Ada'nın Rum yöneticilerinin,
Kilise'nin onaylamayacağı herhangi bir çözümü kabul etmesi hemen hemen olanaksızdı. Kilise, Türkiye'nin etkin güvencesini öngören herhangi bir anlaşmanın kesinlikle karşısındaydı, çünkü
böyle bir güvencenin olması durumunda, Kıbrıs'ın Yunanistan'la
birleşmesi mümkün olamayacaktı.
"Kıbrıs Cumhuriyeti"ni temsil eden Güney Kıbrıs Rum Yônetimi'nin Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunmasına gereksinimi yoktu. Ayrıca, Kıbrıs Rum toplumunun yaşam standardı, Kıbrıs Türk toplumuna kıyasla çok daha yüksekti, çünkü diğer devletlerin sağladığı ekonomik, mali ve teknik yardımlardan
Kıbrıs'ın "yasal hükümeti" olarak yalnızca Kıbrıslı Rumlar yararlanmaktaydı. Bu da, Güney Kıbrıs'ın ekonomik gelişmesinin hızla gerçekleşmesine büyük ölçüde katkıda bulunmuştu.
Yunanistan'ın karasularının genişliğini 12 mile çıkarması durumunda, yalnızca Yunan anakarasının değil -Türkiye kıyıları açığındakiler dahil- Ege'deki her Yunan adasının karasularının sınırı da 12 mile çıkacaktı. Böyle bir durumda ise, Ege'de açık deniz oranı büyük ölçüde azalacak ve Ege'nin %73'ü Yunan egemenliği altına girmiş olacaktı. Türkiye, 1970'lerden itibaren böyle bir gelişmeyi "savaş nedeni" (casus belli) olarak sayacağını açıklamaktaydı.
1986 Ekim'inde Türk-Yunan ilişkileri yine bir gerginlik ortamı
na girmişti. Bu bağlamda ilk olay, Türkiye'de bulunan İranlı mül
tecilerin Ekim ayı içinde gizlice Yunanistan'a ve oradan da Batı
Avrupa'ya geçmek için Türk-Yunan sınırını geçmeleri oldu. İranlı
mültecilerin Yunanistan'a girmeleri üzerine Yunanistan, bunların
Türkiye'nin yardımıyla Yunanistan'a göç ettiklerini ileri sürerek,
sınırda ve Meriç nehri boyunca askeri denetimini artırmış; 4 Kasım 1986 günü sınırda iki taraf askerleri arasında çıkan çatışmada ise iki Türk askeri ile bir Yunan askeri ölmüştü.
SEİA'nın ikinci beş yıllık süresi 1990 yılının Aralık ayında dolmuş;
ancak, Türkiye bu tarihten önce istek ve şikayetlerini ABD'ye bildirmediğinden, anlaşma üçüncü bir beş yıl için otomatik olarak
yürürlüğe girmişti.
Andreas Papandreu'dan aldığı destekle Kıbrıs sorununu toplumlararası görüşmeler çerçevesinden çıkartarak uluslararası alana çekme politikasını başlatmıştı.Bu, aslında 1981'den beri Papandreu Hükümeti'nin Kıbrıs politikasıydı.
Öte yandan Yunan Yargıtayı 4 Kasım 1987'de, adında "Türk"
sıfatını taşıyan derneklerin kapatılmasına ilişkin mahkeme kararını onamak suretiyle, "Batı Trakya'da Türk bulunmadığını"
da onaylamaktaydı. Bunun üzerine, 29 Ocak 1988'de Batı Trakya
Türkleri büyük bir protesto yürüyüşü gerçekleştirmişti. Bu yürüyüş aynı zamanda, Özal Hükümeti'nin Batı Trakya Türklerine karşı ilgisizliğine de bir tepkiydi. Gerçekten Davos buluşmasında Özal, Batı Trakya sorunundan hiç söz etmemişti, çünkü Özal, Davos buluşmasının hiçbir biçimde zarar görmesini istemiyordu. Batı Trakyalılar, Davos'a feda edildiklerini anlamışlardı.
Irak-İran Savaşı'nı başlatan Irak'ı İran'a karşı savaş açmaya
yönelten birinci neden, İran'ın, Irak nüfusunun yarıdan fazlasını
oluşturan Şii kesitini Bağdat yönetimine karşı kışkırtarak, Irak'ta
da bir "Şii-teokratik" yönetim kurulması için çaba harcaması;
diğer nedeni ise, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'i rahatsız
eden 6 Mart 1975 tarihli Şatt'ül-Arab AntIaşması'ydı. Bu antlaş
mayla Irak ile İran Şatt'ül-Arab Nehri'ni paylaştıkları için, Irak'ın
Basra Körfezi'ne çıkışı daralmıştı. Bu nedenle Saddam Hüseyin,
Irak-İran Savaşı'ndan birkaç gün önce 17 Eylül 1980'de bu antlaş
mayı feshederek, Şatt'ül-Arab'ın tamamını Irak'ın denetim altına
aldığını ilan etti
2 Ağustos 1988'de ürdün Kralı Hüseyin, Batı Şeria ve Doğu
Kudüs üzerindeki egemenlik haklarından vazgeçtiğini açıklaya
rak, FKÖ'nün Ürdün'den ayrı bağımsız bir Filistin devleti kurma isteğine saygı duyduğunu açıklamış ve 15 Kasım 1988'de Filistin Milli Konseyi, bağımsız Filistin Devleti'nin kurulduğunu ilan etmişti.
Türkiye, üzerinde egemenlik kullanacağı topraklara fiilen sahip
olmamakla birlikte, bağımsız Filistin Devleti'ni tanıyan devletler
arasında yer aldı. Türkiye'nin Filistin Devleti'ni "tanıma" kararının
arkasında, bölge sorunları karşısında izlenen Arap yanlısı tutumunun ve özellikle Başbakan Turgut Özal'ın etkili olduğu söylenebilirdi. Ortadoğu'da bölgesel güç olarak rol oynamayı hedefleyen Özal, Filistin Devleti 'nin tanınmasını bir fırsat olarak değerlendirmişti. Öte yandan Türkiye, Arafat'ın başkanlığını yaptığı "Fatah" örgütünü Ortodoks ve Yunan sempatizanı Filistinlilere karşı güçlü kılmak istemekteydi.6 Türkiye'nin "tanıma" kararı almasında "intifada"nın yarattığı kamuoyu baskısının da rolü olmuştu.
ABD, Türkiye'ye yaptığı yardımı bazı koşullara bağlamıştı. Bu koşullardan en önemlisi, ABD'nin Kıbrıs sorununu gündeme getirmiş olmasıydı. ABD 'deki Rum lobisi, özellikle KKTC'nin kuruluşundan sonra Kongre'deki girişimlerini artırmıştı. Bu girişimlerin sonucunda, 1984 yılı için ABD yönetiminin önerdiği 930 milyon dolarlık askeri ve ekonomik yardımda Kongre tarafından 200 milyon dolarlık bir indirim yapıldı. Aynı şekilde, Şubat 1987'de Reagan yönetiminin karşı çıkmasına karşın, 5 ABD Temsilciler Meclisi 'ndeki yasa değişikliğiyle, Türkiye'nin aldığı askeri yardımı Kıbrıs'ta kullanmaması koşulu getirilmiş ve yardımda 200 milyon dolarlık bir indirime gidilmişti.