Camus’ya göre sanat insanın içinde kendini özgür kılabilmek ve ‘tutarlılık ve birlik gereksinimini’ gidermek için oluşturduğu ‘kapalı dünyalar’dır. ‘Lucretius’ta surlar benzetmesi, Sade’da manastırlar ve sürgülü şatolar, romantiklerin adaları ya da kayaları, Nietzsche’nin herkesten uzak suçları, Lautreamont’un ilkel okyanusu, Rimbaud’nun barbataları, gerçeküstücülerin bir ırmak fırtınasıyla dövülerek batıp batıp yeniden beliren dehşet verici şatoları’ sanatçının kendi için oluşturduğu sırça köşklerden başka bir şey değildir. Camus’nün bu sanatla ilgili bu görüşlerine anlatılar bakımından katılınabilir. Çünkü bizim de belirtiğimiz anlamlı örgüler oluşturarak kapalı dünyalar oluşturma anlatının doğasıdır zaten. Ama bu görüşlere ileride de göreceğimiz gibi ‘gerçek şiir’ açısından katılmak mümkün değildir. Ne ki Camus da burada sanat derken düzyazısal anlatıları ya da şiirin sadece bir biçem olarak kullanıldığı şiirsel anlatıları kastediyor gibidir zaten.