Klasikleri ( Türk – Dünya) her daim sevmişimdir. Üslupları, tasvirleri, betimlemeleri ve tabii yazarın kendine has anlatış tarzı da oldukça etkilidir. İşte Charlotte Brontë, İngiliz edebiyatı denince akla mutlaka gelmesi gereken isimlerden bir tanesi bence. Brontë ile tanışmam “Jane Eyre” ile olmuştu uzun zaman önce.
Profesör ise; aslında yazarın kaleme aldığı ilk roman olmasına rağmen zamanın yayın evleri tarafından basılmadığı için, Brontë’un ölümünden iki sene sonra (1857) eşi tarafından bastırılmıştır.
Yeri gelmişken, yazarımız çoğunuzun bildiği üzere kadınların roman yazamayacağının düşünüldüğü (daha doğrusu yazsa da dikkate alınmadığı) bir dönem olan Viktorya döneminde, erkek mahlası altında romanlarını çıkarmıştı.
Gelelim kitabımıza; neredeyse kimsesiz büyümüş, akrabalarının destekleri ile okumuş, öz abisi tarafından dahi dışlanmış, kandırılmış ve hayal kırıklığına uğramış bir insanın hayatı konu edinilmiş.
Kahramanımız Profesör William Crimsworth, doğup büyüdüğü İngiltere’den hayal kırıklığı, gurur ve öfke içerisinde ayrılır. Brüksel’e gider. Orada öğretmenlik yaparak hayatını idame ettirmeye çalışır. Biz de bu hayat yolculuğunda kendisine eşlik eder; karşısına çıkan zorluklara karşı direncini, aşkı bulmasını, prensiplerini, korkularını, adaletini, hüzünlerini ve mutluluklarını beraber yaşarız.
Başta biraz monoton ilerlese de sonradan sizi iyice içine çekiyor kitap. Charlotte Brontë, kalemi oldukça güçlü ve cesur bir yazar. Mamafih, klasikleri de seviyorsanız okumalısınız der ve noktalarım:)
