Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4

Muhyiddin İbn Arabi

Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4 Gönderileri

Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4 kitaplarını, Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4 sözleri ve alıntılarını, Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4 yazarlarını, Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4 yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Eşler arasında var edilen sevgi, üremeyi ortaya çıkaran nikâh ilişkisini sürdürmektir. Eşler arasında yaratılmış sevgi, eşlerden her birinin digerine karşı duyduğu sevgi, şefkat ve onda bulduğu sükündur. Kadın açısından bu, parçanın bütüne, fer'in asla, garibin vatanına duydugu özlem ve iştiyaktır, erkek açısından ise bütünün parçasına duyduğu özlem ve iştiyaktır, -çünkü bütün ismi onunla gerçekleşir, onun olmaması hâlinde bu isim müsemmasız kalır , aslın fer'e duydugu özlem ve iştiyaktır, çünkü kadın ondan yaratılmıştır. Sevgi ve rahmet ile bütün parçayı ister, parça da bütünü ister, böylece birleşirler ve bu birleşmeden evlatların ayanları ortaya çıkar.
Eğer nefsini bilecek olursan rabbini bilirsin. Nasıl ki rabbin sana ilim vermişse âleme de kendisi ile ilgili bilgi vermiştir. Sen onun (âlemin) suretisin, dolayısıyla de bu ilimde muhakkak âlemin paydaşı olmahı, onu bizzat kendi nefsine dair ilminle bilmelisin. Zira başlangıçta Hakk'ın âlemi bilmesi, O'nun zâtını (nefsini) bilmesi idi. Allah'ın insana olan rahmetindendir ki ona öncelikle kendi nefsini şahit tutmuştur. Böylece insan kendi nefsinde ancak ilâh olan bir varlığa ait olması gereken kuvvetler bulmuştur.
Reklam
Her şeyin konuşkan ve rabbine nazar eder olduğunu bilen kimse, insanlar arasında iken olduğu gibi yalnız başına kaldığı zaman da kesinlikle utanma duygusuna sahip olur. Çünkü nerede olursa olsun, üzerini örten bir gök, altında bulunan bir yer vardır. Bu bilgiye sahip olan kimse herhangi bir mekânda olmasa bile kendi uzuvlarından, beden memleketinin reâyâsından utanır, çünkü her ne yapacaksa o uzuvlarla yapacaktır. Onlar onun aletleridir ve ister istemez onun fiillerine şahitlik etmek üzere çağrılacaklar ve kendilerinden istenen şahitliği yapacaklardır. Allah ancak adalet sahibi tanıkları şahitlik için çağırır.
Sayfa 501Kitabı okudu
Bedenin tamamı, tabiatı gereği, Allah'a itaatkardır, O'ndan korkar. Bedendeki uzuvların hangisi olursa olsun, kul onu zorla ilâhi bir emre muhalif bir iş için harekete geçirdiği zaman muhakkak ona “Yapma, beni göndermen haram kılınmış olan işe gönderme, yoksa senin aleyhine şahitlik yaparım, sakın şehvetine uyma” diye seslenir ve o kötülüğü işlemekten Allah'a sığınır: Bütün kuvvet ve uzuvlar bu konumdadır. Onlar kendilerini çekip çeviren nefsin zorlaması altındadırlar, onun emrine âmâdedirler.
Sayfa 501Kitabı okudu
(Ve orada rızıklarını takdir etti(Fussilet,10): Allah Teâlâ bu yeryüzünde, oranın rızıklarını takdir etmiş, bunları ölçülü kılmıştır. Dolayısıyla hiçbir canlı, kendisine takdir edilmiş olan rızkı tamamlamadan ölmez. Rızıkların takdir edilmesi iki türlü anlaşılabilir. İlkine göre bundan kasıt rızıkların miktarlarını takdiri, ikincisine göre ise vakitlerinin takdiridir. Buna göre Allah Teâlâ rızıkların vakitlerinin ve ölçülerinin takdirini vermiştir. Zira rızık, varlıktaki bekası ancak rızık ile kaim olan bütün varlıklara takdir edilmiştir. Bu rızıklardan biri de gökteki vahyin kendisidir. Yerdeki rızık gökteki emr gibidir. Yerde rızkın takdiri, gökteki vahiy gibidir ki bu onun aynıdır, ondan başka bir şey değildir. Allah Teâlâ her bir göğe emrini vahyetmiştir ki bu emri, her göğün rızkının takdiridir. Yerde de yerin rızkını takdir etmiştir. Yerdeki rızık, cisimlerin kendisi ile kaim olduğu şey, gökteki rızık ise ruhların kendisi ile kaim olduğu şeydir. Nitekim “Gökte rızkınız vardır” (Zâriyât, 91/22) âyeti bunu ifade eder. Bütün bunlar rızıktır ve amaç, yaratılmış her varlıkta muhtaçlığın oluşması, ihtiyaçsızlık (müstağnilik) sıfatının sadece Allah Teâlâ'ya mahsus kalmasıdır.
Sayfa 487Kitabı okudu
Kalbin Allah'tan başkası ile meşgul olması onun yüzeyinde bir pas gibidir, çünkü Hakk'ın o kalbe tecelli etmesine engel olur. Zira ilâhi makam devamlı surette tecelli eder, onun bizden perdelenmesi tasavvur edilemez. İşte bu kalp başka şeyleri kabul ettiği için, ilâhi tecelliyi övgüye değer şer'i hitap tarafından kabul etmemiş, bu yüzden de bu kalbin ilâhi tecelli dışındaki şeyleri kabul ediyor olması Hazreti Peygamber aleyhisselâm tarafından “paslanmak”, Kur'ân tarafından da örtülmek, kılıflanmak, körelmek gibi sıfatlarla ifade edilmiştir. Yoksa Hak sana ilmin kalpte olduğu bilgisini verir, ancak bu durumda kalp Allah'tan başkasının bilgisi ile doludur. Oysa Allah'ı bilen zâtlarda kalp Allah iledir. Demek ki kalpler yaratılışları itibariyle sap ve parlaktırlar ve ebediyen öyle kalırlar.
Sayfa 483Kitabı okudu
Reklam
İnsan dua eder, Hak da ona icabet buyurur. Eğer icabetin gecikmesi maslahat gereği ise o zaman Hak icabeti geciktirir. Bu noktada mümin, işin Hakk'a kalan kısmı ile ilgilenmez. Eğer maslahat icabetin süratli olmasını gerektiriyorsa icabet süratli olur. Eğer kulun duasında istediği şeyin birebir verilmesi maslahata uygun ise Hak onu verir, kâh derhâl verir kâh bir süre sonra verir. Eğer maslahat kulun istediği şeyi birebir vermek değil, bir başka şey ise, o zaman Hak kula, maslahatına uygun olanı verir. Hak Teâlâ mümin kuluna, ancak onun için hayırlı olanı verir. O hâlde sakın ola sen bu işin Hakk'a kalan kısmı ile ilgilenip de cahillerden olmayasın.
Sayfa 471Kitabı okudu
Âlemdeki her şey bir diğerine ya üstündür ya da ondan aşağıdadır. Her varlığın üstünde olan da vardır altında olan da. Onlara bu üstünlüğü veren Hak Teâlâ, bunu Allah dışındaki bütün varlıkların muhtaçlık ve noksanlık özelliğini izhar etme hikmeti ile vermiştir. Bu nedenle insan işte bu hakkı kuşatma özelliği ile göklere ve yere üstün geldiği vakit hemen (Göklerin ve yerin yaratılışı insanın yaratılışından daha büyüktür| âyeti geliverir. Gökler ve yer insan üstün geldiği vakit ise hemen “Beni ne göklerim kuşattı ne yerim, sadece kulumun kalbi kuşattı”? hadis-i kudsisi gelir ve her ikisinden de (yani hem insandan hem de gök ve yerden) bu övünme ve üstünlük özelliğini izale eder, böylece hepsi rablerine muhtaç olurlar, nefisleri ve üstünlükleri perdelenir.
Sayfa 469Kitabı okudu
Bil ki ruhların hayatları zâtidır, asla ölmezler. Bedenlerin hayatları ise arazidir, ölüm ve yok oluş başlarına gelebilir. Bedenin ruhun hayatından dolayı görünür olan hayatı, yere vuran gineş ışığının ışığı gibidir. Güneşin kendisi ortadan kalkınca ışığı da gider ve yer karanlık kalır. Ruh da böyledir, bedenden ayrılıp geldiği rabbine, “âlimine” gittiği zaman ondan bedene yayılan hayat da kendisini takip eder. Böylece beden cansız bir varlık suretinde kalır. Bu durumda “Falanca öldü.” derler. Oysa biz hakikati itibariyle “Falanca aslına döndü.” deriz.
Sayfa 440Kitabı okudu
Cehennemliklerin tamamı hesaba çekilir. Cennetlikler cennete girip oraya yerleşince ve orada rablerini görmeyi dileyince sadece rüyetullah için uygun olan bir surette haşredilirler. Allah'ı görüp geri döndükten sonra bu sefer sadece cennette kalmaya uygun bir surette tekrar haşredilirler. Her bir suret öncekini unutturur. İnsan cennete girip oradaki suretleri görünce hangisini diler ve beğenirse o surete girer. Böylece cennette daimi olarak bir suretten diğerine intikal edip durur ve bu durum sonsuza kadar böylece devam eder. Bu da insana ilâhi genişliğin ne kadar sonsuz olduğunu öğretmek içindir. Eğer bunu iyiden iyiye düşünür ve anlarsan, senin şu anda da bu durumda olduğunu kavrarsın. Zira sen her nefeste bir suretten bir diğerine geçmektesin. Fakat alışılmış görüntün bu durumun senden perdelenmesine neden olur. Her hâlinde bir değişim yaşadığını hissetsen bile bunun bir suretten diğerine intikal olduğunu bilmezsin.
Sayfa 440Kitabı okudu
Reklam
Hazreti Peygamber aleyhisselâm “Âdem daha toprak ve su arasında iken ben nebi idim.”5 buyurmuştur. Bu sözü ile kastettiği, Âdem henüz toprak ve su arasında iken onun kendi peygamberliğine dair ilmin hasıl olduğudur. Nitekim kendisi her hâlinde Allah'ı zikrederdi. Kendisi hakkında -ki kendisi mutlak olarak doğru sözlüdür- şöyle buyurmuştur: “Benim gözüm uyur, ancak kalbim uyumaz.” Bu sözü ile o fiziksel olarak gözleri uyuduğu zaman dahi kalbinin uyumadığını bildirmiştir. Onun ölümü de böyledir, nasıl ki sadece fiziksel olarak uyuyordu ise, aynı şekilde ölümü de sadece fiziksel ölümdür. Zira Allah onun için “Sen öleceksin.” buyurmuştur. Kalbi nasıl uyumuyorsa, ölmemiştir de. Allah'ın kendisini yarattığı günden beri hayattadır. Hayatı ise kesintisiz bir şekilde yaratıcısını müşahede etmesidir. İşte bu, fiziksel olarak ölmüş olsa bile mânevi olarak asla ölümsüz olan bir hayattır.
Sayfa 423Kitabı okudu
Bil ki ilim Allah'ın nurlarından bir nur olup onu kullarından dilediğinin kalbine atar. Hak Teâlâ şöyle buyurur: “Yoksa ölü olup da kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içerisinde kendisi ile yürüyeceği bir nuru ona verdiğimiz kimse” (En'âm, 6/122) Buradaki “nur”dan maksat ilimdir, o da kulun nefsinde bulunan bir özelliktir ve bu özellik onu eşyanın hakikatine muttali kılar. Göz için güneş ışığı ne ise bu da basiret için odur, hatta ondan daha kâmil ve üstündür.
Sayfa 414Kitabı okudu
Allah Teâlâ peygamberi Hazreti Muhammed aleyhisselâma ilim dışında hiçbir şeyden ziyade verilmesi konusunda dua etmesini emretmemiştir. Burada ilimle Allah'ı ve âhiret diyarını bilmeyi, dünyanın hak ettiği şeyi, ne için yaratılıp hangi amaçla ortaya konulduğunu bilmeyi kastediyorum, başka bir ilmi değil. İnsan bu ilmi bilince nerede olursa olsun, işi basiret üzere olur ve ne nefsi ne de hareketleri adına hiçbir şeyden gafil ve cahil kalmaz. İlim, ilâhi ve kuşatıcı bir sıfattır. Allah'ın lütfunun en hayırlısıdır ve saadettir. Allah Teâlâ bir kulun bedbahtlığını murad ederse ondan ilmi izale eder. Çünkü ilim insanın zâti niteliği değil, sonradan kazanılmış niteliğidir. Sonradan kazanılmış olanın izalesi mümkündür. İşte böyle kimseden Allah ilim sıfatını izale edince, kendisine cehalet elbisesini giydirir. Zaten ilmin izale edilmesinin kendisi, doğrudan cehaleti ortaya çıkarır. Artık o kimsede, kendisinden ilmin izale edildiğini bilmek dışında hiçbir ilim kalmamış olur.
Sayfa 411Kitabı okudu
Mümin insan, korkusu ve ümidi eşit olan, biri diğerine baskın çıkmayan kişidir. Çünkü mümin her şeyi kendi mahalline koyar. İnsanın ilk yaratılışı zayıftır, zayıflığından dolayı da nefsinde korku önceliklidir. Sonra bu zayıflığın ardından kuvvet kazanır, böylece kuvveti ile birlikte ümit gelir. Çünkü ilimlerde ve yorumlarda nazarı, düşüncesi kuvvetlenir, Hak Teâlâ'dan yana ümidi büyür. Ancak akıl sahibi insan ümidi, yerinden taşacak şekilde aşırıya vardırmaz. Akıl sahibi ve ârif insanda korkuyu işe koşmayı gerektiren bir durumda ümidin kuvveti akla gelecek olsa, o kimse ümidi tek başına hüküm verme makamından azleder, onun yanına korkuyu da ortak kılar. İşte mümin budur, o her daim böyle kalmaya devam eder, ta ki zâtı Allah dostu velilerin, teşri ve risâlet kapısının kapanmış olduğu ve sadece ilâhi ilimlere ve sırlara sahip olmada seçkinlik kapısının açık kaldığı şu Muhammedi zamanda nübüvvet mirasında ulaştıkları kemal derecesine ulaşana kadar bu böyle sürer.
Sayfa 411Kitabı okudu
İnsan doğduğu zaman karanlığı içinde kalır ve böylece zâhiri nur iken bâtını karanlık olur. İnsan içinin karanlığında her zaman bilgi kandiliyle yürüyebilir. Bu kandile sahip olmazsa, o karanlıklarda doğru yolu bulamaz.
34 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.