Necip Fazıl ne şiirini ne de inançlarını tezgaha koydu hayatı boyunca. Bütün artistik hallerine rağmen söz konusu davası olduğunda dünyanın en tabii adamına dönüşüverirdi birden. "Ya hep ya hiç" mottosuydu onun. Pazarlıktan hoşlanmaz, küçük hesapları "fare stratejisi" olarak tanımlardı. Bir mah kemede hakime "Reis bey, gözlerinize muhtacım," demiş, hakim şaşkınlıkla "Ne yapacaksınız gözlerimi?" diye sorunca şu cevabı vermişti: "Onlara hakkımı göstereceğim!"
Eskiden de hayat zordu ama edebiyata ayrılmış vakitler vardı. Şimdi o vakitleri medya ve internet doldurdu. Hasılı edebiyatı nereye koyacağımızı şaşırmış vaziyetteyiz.
İnsan, şu geçici dünyada "yaşadım" çığlığını ölümsüzleştirebilmek için en çok kitaplara sığınmış; ona sırlarını, acılarını, sevinçlerini, yani insan olmanın neşesini, bilgisini ve trajedisini kazımıştır.
Yapılacak şey şudur: kendi derdine düşme, başkasının derdine düş, o zaman kendi derdini unutursun. Ne diye sorguluyorsun, kendini boş ver, sen başkalarının derdine derman olabiliyor musun? Bunu yapmaya çalışsın insanlar.
Bakın çok enteresan bir şey var; bu tür düşünen insanlar hemen yaşam koçlarına gidiyor. Ne diyor "Kendini sev". Ben de diyorum ki kendini sevme, dışardakileri sev. Allah'ı sev, Peygamberi sev. Sevecek insan çok, en son kendini sev. Sen kendini sevmek istiyorsan, bütün diğerlerini seversen, Allah'ı seversen o zaman sen sendekini seversin. Ne kadar yanlış bir şey, nefsini sevdirtiyorlar insanın. Nefs sevilmez ki. Ruhunu seveceksin, ruhunun geldiği yeri seveceksin, onu insanlara göstermek lazım.