Of ki of. Binlerce soru var zihnimde. Ruhuma huzur verecek yanıtlar arıyorum. Sürekli okuyorum, gece gündüz düşünüp duruyorum. Kimim, neyim, nasılım bilmiyorum. Bir belirsizlik var hayatımda. İnsan niçin kendini öldürür, anlıyorum bu gece. Yaşamak niçin dayanılmaz bir yük gibi gelir insana seziyorum. Bedenini ardınca sürükleyen bir gölgeyim sanki. Ben kendime rahatsızlık veriyorum. Ağlayamıyorum bile. Yalnızım. Beni dinleyecek anlayacak kimsem yok. Şimdilik tek pencerem bilgisayar ekranı. Suya zehir kusan bir yılan gibi ekrana fışkırtıyorum acımı. Niye sanalsın sen! Nerdesin! Nerdesin! Nerdesin!
Siz, yarınlarım! Davetime gelecek misiniz? Ya ben size gidebilecek miyim? Hayır! Ne size güvenebiliyorum, ne de kendime! Ben, “bugün”le dost olacağım. Dostluk mu istiyorsunuz? Öyleyse sıranızı bekleyin. “Bugün” olacağınız günü.
Bizi, hayvandan ayıran en önemli farkımız, kendimizin, çevremizdekilerin, dünyanın, zamanın farkında oluşumuz. Düşünebilmemiz, seçebilmemiz. Bir ışık gibi hali, geçmişi, geleceği aydınlatan bilincimiz. Niçin diye soran, öğrenen, öğrendikleriyle yetinmeyen, sürekli anlam arayışlarıyla hayatını zenginleştiren aklımız. Ve nihayet bizi hakiki insan eden imanımız.
Hayvanların kendi aralarında önemli sayılabilecek bir derecede farkından söz etmek mümkün değil. Oysa insanların birbirlerinden farkı o kadar büyük ki, anlatmak bile imkansız görünüyor.
Bir güvercin hemen yanı başındaki bir başka güvercinden pek de farklı değil ama iki insan karakter, ahlak, bilgi bakımından tamamen farklı.