Kendi kendimize kavgalarımızdan doğuyor savaşlarımız, geceleri uyanışlarımız yahut hiç uyuyamayışlarımız. İçimizde kopan meydan muharebelerini kazanan, kaybedenden daha çok kan kaybetmiştir belki.
Biz insanlar içimizdeki aşka aşığız yalnız. Ve kimse biçimlendirirsek onu, kim tutar da sıyırırsa bedenimizden, tüm çıkışlarımızı ona yöneltiyoruz. Ona doğru koşuyoruz ve şimdiye dek kilidi pas tutmuş tüm kapılarımızı ona açıyoruz.
Bir nefret toplumunda yaşıyor olduk, en ufak bir tebessüm hayretle karşılanıyor. Çevremize bir bakalım, yüzünde tebessüm taşıyan kaç kişi kaldık şunun şurasında? Acelemiz var, işimiz var, borcumuz var, öfkemiz var, ideolojimiz var, sigortamız var ama tebessümümüz yok, kalmadı. Şükrü Erbaş'ın söylediği "kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada", İsmet Özel'in bahsettiği "insanın gölgesiyle tanımlandığı bir çağda" yaşıyoruz artık. Bakmayın yaşıyoruz dediğime, gülmeden geçen ömürden hayat olur mu hiç? Çok gülelim ki çok ağlayalım; madem geldik bu diyara, hakkıyla yaşayalım.
Artık bu hayatı hakkıyla yaşamak denince akla lüks içinde yaşamak geliyor, hayır kardeşim hayır. Kravat takmamız da şart değil, topuklu ayakkabı giymemiz de. Sevda varsa eğer, hakkıyla yaşıyoruz demektir. Yüreğimizden yüzümüze tebessüm sızıyorsa, dostun gülüşüyle rengarenk yağmurlara kavuşuyorsak hakkıyla yaşıyoruz demektir.
Ben
----------------------------------------
...................................................................
...................................................................
...................................................................
-----------------------------------------
de seni seviyorum ..................