Ortaklaşılan tek şey, başka hiçbir şeye gerek duymayan yoksunluk hali. Hayatın tüm hareketi, bir sona –amaca– varmak değil, tamamlanmamışlığın, tümlenemeyecek olmanın yol açtığı acele ve karmaşa yalnızca; bir nehrin sürekli akışı, rüzgârın uğultusu, kuşların sesi, fillerin yürüyüşü ve insan... (Ve bilmeme hali; tümlenemeyeceğini bilmeyen insanın cehaleti, iç sıkıntısı –doğada bilgi yok ki, tasasız doğa!)
İntihar etmeyip yaşıyorsak, anlamın büyüklüğünden değil, hayatın içine düşmüş olmaktan, muzır bir merak ile ıstıraplı bir inadın götüreceği yeri görme isteğinden; bir de, üstüne üstlük, şahsi duruşun gölgesinin topluma bir lanet olarak düşmesini diliyor olmaktan başka bir anlamı yoktur her güne yeniden başlamanın.
Burada ve bu kadar: firarı arzulayan bir ömür, zamanın ve mekânın tahakkümü karşısında, toplumun ve kurumların dayattığı gündelik hayat karşısında, bu yüzyıl sonunda (ve başında), kendi yokluğuna şen bir bilgi gibi ağıt yaktığında, ağıt ağıt olmaktan çıkar ve bir lanete dönüşür –belki.
Hakikat –hayat–, her bir ömür için, buradaysa ve bu kadarsa; tüm felsefe tarihi her koşulda –onaylayarak ya da reddederek, imkânsızlıklar ya da ümitlerle, yokluklar ya da çarelerle, tespitler ya da ütopyalarla– gündelik hayatı katlanılır kılma çabasından başka bir şey değildir.
İntihar etmeyip yaşıyor olmak; hayatın en büyük ve en basit gerçeği. Bu dünyayı ve bu varlığı değiştirme arzusu ile gündelik hayatı, olduğu gibi, geldiği gibi kabullenmenin, sürdürüyor olmanın zorunlulukları (içgüdü, istek, arzu, irade) ve zorlukları arasındaki gerilim; bu yüzyıl sonunda, kişiyi ve isyanını var kılan yegâne imkân.
Bu dünyadan ve dünyadaki varlıktan memnun olmamak; üstinsanı, insanın sahici ya da yabancılaşmamış halini, olmayan insanı aramak; teorilerle, pratiklerle, varlığı -ideal varlığı- yarına, geleceğe taşımak; geleceği, geleceğin geleceğini tahayyül etmek; ama tüm bunları, şimdiki zamanda, bu dünyada, mevcut halle yaşamak; zaman akarken, gündelik hayatın içinde, varlığın (varlıkların) asgari ve azami ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken, kendinin (başkalarının) cennetinde ve cehenneminde, kendiyle (başkalarıyla) kaçınılmaz olarak birlikte, ilişkiler kurarak ve ilişkilerden kaçarak, o geleceğin gel(e)meyeceğini tahayyül etmek...
“tufandı ,
benden sonra ,
yine gelecek ,
görüntünün ,
gürültünün ve hareketin ardından ,
sessizlikle ,
boşlukta ,mülksüzlükte ,esersizlikte ,
faciada ,
o ,
anarşi “
“Her büyük servetin arkasında bir suç gizlidir ” diyen Balzac ‘tan “mülkiyet hırsızlıktır diyen Proudhon ‘a; eşitsizliğin kaynağını ,etrafını çevirdiği toprakları kendinin kabul ederek ,eline aldığı sopayla burayı koruyan ilk insanda gören Rousseau ‘dan “banka soymak değil ,banka kurmak suçtur ” diyen Bakunin’e …toplum paranın ve sopanın iktidarının —iktisadın ve politikanın yegane temeli olarak suçun tarihidir .
Aile ve okul,parazit bir toplumun ,üretim ,tüketim ve gösteri toplumunun bekleme salonudur .Kapı açılır ve herkes sahnedeki yerini alır ,bir yetişkin olarak.