Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Anlam Arayışında Sanat ve Sinema

Sinemanın Kökleri

Enver Gülşen

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Müslüman , "sanat toplum için mi, sanat için mi?" sorusunu sorduğundan itibaren, sanatın "nereden geldiği" ve "nereye gittiği" meselesini ebediyen görüş alanından çıkarmış demektir. Halbuki sanat, Allah'ın insana verdiği bir hakikat yüküdür ve o hakikat yükünün farkına varan sanatçı için, sanatının "düzeyini" belirleyecek ve onu "aynı damanda kendi için de" yapacak olan şey, bu hakikat yükünü taşımadaki becerisidir.
Dünya devasa bir sınav kâğıdı... Sorular zor, cevaplar meçhul, Meçhulün içinden malumun izini sürmek daha da zor... Güzelin ve huzurun izini sürmek ve hayat denen acı suyu kana kana içebilmek hep, sinden zor. Zoru kolaylaştıracak, acıyı bal eyleyecek aşk lazım... Açlığa, susuzluğa, yoksulluğa, umutsuzluğa, aşağılanmışlığa panzehir olacak aşk.
Reklam
"Ne zaman ki şiir yazabileceğimi anladım, şiir yazmayı bıraktım!" Sezai Karakoç'un otuz küsur yıldan beri şiir yayımlamıyor olmasını nasıl anlamalıyız yoksa?
Dreyer'in Ordet/Söz Filminin final sahnesinde, Hz. İsa benzeri bir karakter ölmüş olan yengesini “Tanrı'nın inayetiyle” diriltir. Hiçbir fazlalığa, fanteziye, gerçeküstüne açılan hiçbir yöne sahip olmayan Film, finalinde "hiç olmayacak” bir sahne ile biter. Ancak filmi izleyen, filmin ruhuna ve Hz. İsa'nın hakikatiyle ilişkisine vakıf olan birisine, o ölü diriltme sahnesi asla “Fantastik” gelmez. Zira, yönetmenin asıl işaret etmek istediği, hakikatin sürekliliği ve “yaşıyor” olmasıdır. Mucizeler, insanlık tarihinin bir döneminde olmuş bitmiş bir şey değildir. Yine "yaratma eylemi” başlangıçta gerçekleşmiş ve Yaratıcısı kenara çekilmiş şeklinde düşünülemez. “Her an bir iş üzeredir” Allah ve mucize denen şey bizatihi insanın hakikati ile ilişkili bir oluş biçimidir. Yönetmen, insanın hakikatini hatırla(t)mak için, görünürde gerçeküstü öğeler kullanmıştır; ancak bu öğeler asla Filmin kendi gerçekliği, maneviyatı içinde sentetik bir “Fazlalık” olarak görülemez. Tam tersi, Filmin aktığı şelaledir orası.
Sayfa 161Kitabı okudu
Natüralist sanat, nesneyi duyu organlarıyla “deneysel” olarak ve rasyonel aklın çıkarımlarıyla tanımlamanın ve gösterme isteğinin bir çıktısıydı. Bu sebeple dış gözleme ve gözlenenin taklidine dayanıyordu. Nesne ile objenin kesin bir şekilde birbirinden ayrıldığı Kartezyen düşünce, natüralist modern (modernist değil) sanatın aurasını oluşturur. Bu yüzden natüralist sanat yatay zeminde işler. Temsil edilen ile temsil eden, gösterilenle gösteren, hepsi yatay zeminin üzerinde karşılıklı gidiş-gelişlerle anlamlandırılırlar. Bu yüzden natüralist sanatın mecazı kutsal sanatın sembolleri gibi değildir.
İlk kez çocuğunun kendisine gülümsediğini gören bir ananın sevinci, gökyüzünden yere baktığında bir günahkârın bütün içtenliğiyle kendi. sine duaya durduğunu gören Tanrı'nın sevincine benzer”24 Günahları yüzünden acı çeken ve kefaretini ödemeye razı olan insanlardır Dostoyevski'nin kahramanları. Onlar, derin uçurumlar üzerinden atlar, düşer, tekrar çıkar ve tekrar büyük bir tutkuyla atlarlar, Her günah, acı ve kefaretin bir üst boyutuyla tanıştırır insanı. Rogojin'in Nastasya Filipovna'yı öldürmesi ve bu en büyük günahı sonrası en derin acılarla yüzleşip, en yüce duyguları keşfetmesi bundandır. Uçurumun derinliği, çıkılacak yüksekliği de belirler. Ama bu, Zweig'in iddia ettiği gibi kesintisiz bir süreç ve “birliğin” hiçbir zaman yeğlenmemesi değil, çıkılacak yüksekliğin çok olmasından kaynaklanan bir titreşim hâlidir. Mişkin, Alyoşa, Zosima Dede bu titreşim hâlinden birliğin sükütuna varabilmeleriyle, Dostoyevski'nin, süküta olan bitmek tükenmek bilmez arayışını temsil ederler.
Reklam
İslam sanatı, özündeki “dikey sembolizmi” yani, Allah'ın isim ve sıfatlarının birer tecellisi olan tabiatın ve insanın manevi özünün Varlık ile ilişkisini derinleştiren sembolizmi dışarıda tutmadan, ama temâşâ, ritm, boşluk ve sonsuzluk üzerine tefekkürü ile Varlık'ın “varlığa” “indirgenme” ve hulülü yönünde herhangi bir tehlikeyi bertaraf etme kapasitesine sahip olmasıyla, tenzih ile teşbihi bir tevhid ikliminde cem eder. Ne aşırı tenzihin nihilizmine/agnostisizmine kapı aralar, ne de aşırı teşbihin putlarına tevessül eder. Tenzihte teşbih, teşbihte tenzih eder. “O'nun benzeri gibi yoktur" ifadesinde bir yandan benzerin ispatı, öte yandan reddedilmesi söz konusudur. Bu nedenle Hz. Peygamber, Bana cevamiü'-kelim (bütün hakikatleri toplama özelliği) verildi! demiştir. Hz. Muhammed (a.s.) kavmini gece ve gündüz davet etmedi. Tam tersine o, gündüz içinde gecede ve gece içinde gündüzde davet etti. **9
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.