Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Söz Bir Yelpazedir

Senail Özkan

Söz Bir Yelpazedir Sözleri ve Alıntıları

Söz Bir Yelpazedir sözleri ve alıntılarını, Söz Bir Yelpazedir kitap alıntılarını, Söz Bir Yelpazedir en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Peki, Rilke neden gülü “saf çelişki” olarak yorumluyor? Hakikaten gül, saf çelişkiden mi ibarettir? Evvela, Rılke'nin kabir taşına kazıtılmasını vasiyet ettiği bu harikulâde mısraları okuyalım: Rose, oh reiner Widerspruch, Lust, Niemandes Schlaf zu sein unter soviel Udem. Ey gül, ey saf çelişki, nice gözkapağının altında hiç kimsenin
Nietzsche, “En büyük hâdiseler en şamatalı zamanlarımızda değil, en sakin zamanlarımızda olur” der. Üstâd, “meyvelerin sükütta olgunlaştığını ve zamanı gelince rüzgârın üflemesine gerek kalmadan düştüklerini” bilir; yine bilir ki, “En sessiz sözlerdir fırtınayı getiren. Güvercin adımlarıyla gelen fikirlerdir dünyayı idare eden.”
Reklam
Mevlânâ, insanı söz konusu menfi duyguların girdabından alarak mutlak hakikatin yörüngesine yükseltir. Daha açık bir ifadeyle dairenin mihrakına yani Allah'a bağlar. İnsan bu mihraka, vahdete bağlı kaldığı müddetçe; ölüm, kaygı, korku, keder ve nefret gibi menfi duyguların onu bu vahdet yörüngesinden koparması imkânsızdır. Dolayısıyla Heidegger'in söz konusu ettiği “fırlatılmışlık” bir mukadderat ve çaresizlik olarak insanın karşısına çıkmak yerine, ebedi aşktan mülhem şiddetli bir hasrete ve kurtuluş ümidine dönüşüverir. Yahya Kemal, âdeta bir medeniyet projesi olarak yazdığı “İsmail Dede'nin Kâinatı” başlıklı şiirinin son beytinde bu merkeze, vahdete bağlılık fikrini terennüm eder: Şems-i Tebriz hevâsıyle semâ' üzre Kemâl Dâhil-i dâire-i bâl ü per-i Monlâyız
Rilke'nin Kur'an-ı Kerim'i ilk defa ne zaman ve nerede okuduğuna dair tam bilgiye sahip değiliz. Ancak Auguste Rodin'le birlikte olduğu yıllarda, daha önceden Kur'an-ı Kerim'den bazı bölümler okuduğu tahmin edilmektedir. Şu var ki Rilke'nin İslam dinine ve şiirine temayülü İspanya seyahatiyle had safhaya ulaşmıştır. Müslüman Prenslerin 786 yılında inşasına başlayıp, mimariye estetik bir bütünlük ve mükemmellik kazandırmak için 200 sene çalıştıkları ve nihayet 987 yılında 2 hektarlık bir alanda tamamladıkları Kurtuba Camii, Rilke'yi kelimenin tam anlamıyla büyülemiştir. Bu mâbette Rilke, o zamana kadar hiçbir yerde görmediği bir ihtişam, ilâhi manifestasyon ve kesretten vahdete yükseliş görmüştür. Kurtuba Camii Rilke'nin hayatında bir dönüm noktasıdır.
İptidâ kelâm mı, yoksa sükût mu vardı? Bu soru ilâhiyatın en önemli mevzularındandır. Mevcüdât yaratılmadan önce sonsuz sükût vardı, başka da bir şey yoktu. O yüzden Pascal, “sonsuz mekânların ebedi sükütu”ndan bahseder ve der ki: “Hakkında hiçbir şey bilmediğim ve aynı şekilde benim hakkımda da hiçbir şey bilmeyen sonsuz fezalar tarafından kuşatılmış olmaktan ürperiyorum. (...) Bu sonsuz mekânların ebedi sükütu beni korkutuyor.” Burada Pascal, sükütu sonsuzluğa atfetmektedir ki, bu fikre katılmamak imkânsızdır. Çünkü biz sonsuzlukta sükütu yaşarız; süküt hâlimizde de birazcık sonsuzluğu soluruz.
Pascal, “Tefekkür insanın ulvi taraflarını teşkil eder. İnsanın bütün vakâr ve asaleti tefekkürdedir. İnsan tabiatın sinesinde nârin bir kamıştır; fakat tefekkür eden bir kamış!.. Beni ihata eden mekân içinde bir noktayım; lâkin mütefekkirem yani düşüncem sayesinde mekânı ihata ediyorum” diyor.
Sayfa 114Kitabı okudu
Reklam
BİR yazarı anlamanın, onun düşünce dünyasına nüfuz etmenin en kolay ve kestirme yolu o yazar hakkında kaleme alınmış iyi ve güvenilir biyografiler okumaktır.
(...)İşte bu Kurtuba ziyareti sırasında Rilke, Turn ve Taxis Prensesi Marie'ye 17.12.1912 tarihinde yazdığı bir mektubunda hararetle Kur'an okuduğunu söylüyor: Kurtuba günlerinden beri koyu bir Hıristiyan düşmanı oluverdim; Ku'ran okuyorum; beni pek sarıyor, yer yer öyle bir sese bürünüyor ki, tıpkı bir orgun içindeki rüzgâr gibi bütün varlığımla beni ardından sürüklüyor... Muhakkak surette Muhammed ilk sırada yer almaktadır; o, kadim dağları yarıp akan bir nehir gibi Tanrıya yönelmiştir; öyle bir Tanrı ki her sabah kendisiyle harikulâde bir şekilde konuşulmaktadır... Bu mektuptan bir gün sonra da Lou Andreas-Salom'e bir mektup yazar: (...)Burada Kur'an okuyorum ve taaccüp ediyorum, hayretler içerisinde kalıyorum; yine Arapçaya müthiş bir heves ve istek var (...) Allah ile nasıl harikulâde konuşulduğunu, sinesinden lavlar fışkıranlar, yüreklerindeki yangınla sabahları erken uyananlar pek iyi bilirler. Rilke'nin burada mevzubahis ettiği org etkisi, daha doğrusu Kur'an'ın erganun tesiri harikulâde bir metafordur. Doğrusunu söylemek gerekirse bu “metafor”un asıl sahibi Mevlânâ Celâleddin Rumi'dir. Diyâr-ı Rum'un Pir'i muhteşem sezgisi ve keskin bakışıyla bu “metafor”u görmüş ve varoluşu, Adem'i yani insanı “pozitif fânilik”, “pozitif bir yokluk” olarak değerlendirmiştir. Evet, Mevlânâ şöyle buyuruyor Mesnevi'de: Yok olurum, suretlerin hepsini terk ederim de erganun gibi “biz, mutlaka geri dönenleriz, ona ulaşanlarız” derim... (M Il, 3901)
Sözün evveli de âhiri de sükûttur.O bakımdan sükût daha tabiidir.Söz,sonsuz sükûtun ancak çok sınırlı bir bölümünü tasarruf edebilir.Sükûtun tasarruf edebilme ölçüsü bize “söz” ün ve “ses” in kalitesini,yani şiiri ve musikiyi verir