Geçmiş ulemaya bu kadar atıf yapıyoruz. Elbette bunun bir sebebi var. Onların himmetleri, gayretleri, sabırları, ilmî kapasiteleri, ihlas ve takvaları şimdiki insanlarla kıyas kabul etmez bir üstünlüğe sahip. Geçmişte öyle çalışmalar yapılmış ki, bugün bunları bizim havsalamız almıyor. Bakın size birkaç örnek vereyim: Yakın geçmişte yaşamış bir alim, Muhammed Zahid el-Kevserî (rh.a). Talebesi merhum Abdülfettâh Ebû Gudde'nin naklettiğine göre el-Kevserî merhum, el-Aynî'nin "Umdetu'l-Karî" isimli eserini 20 kere baştan sona mütalaa etmiştir. Burada yapılan iş, "okuyup geçmek" değil, inceleyerek okumuş. el-Aynî'nın bu eseri, "Sahîh- Buhârî"ye şerh olarak yazılmış ve bir kaç baskısı yapılmıştır. Bendeki baskısını esas alarak söylüyorum: Bu eser büyük boy 24 cilttir ve her sayfasında ortalama 30'dan fazla satır vardır. Üstelik küçük harflerle dizilmiştir. Şimdi bırakalım el-Aynî'nin bu eserini, onun aslını teşkil eden "Sahîh-i Buhârî"yi bu insanların kaçı baştan sona okumuştur acaba? Bu kitaptan metni ile senedi ile kaç hadisi ezberden nakledebilirler? Buna ben de dahilim. O halde eğri oturup doğru konuşalım; biz bu ilim mirasının liyakatli evlatları değiliz.
Teknolojik medeniyet sizin evinize sivrisinek girmesin diye size elektronik tabletler verir, bir anlamda zehir püskürten aletler verir; İslam medeniyeti ise pencerelerin önüne fesleğen dikmeyi öğretir.
Asıl gaye Allah'ın rızasıdır ve bu gayeye ancak, yine Allah'ın çizdiği yol ve yöntem izlenerek ulaşılabilir. Allah Teâlâ hiç kimseye hak etmediğini vermez ve hiç kimseyi layık olmadığı mevkie yükseltmez.
Bizden önceki nesiller sahih bir Müslümanlık yaşadılar. Dünyaları da ahiretleri de mamur oldu. Biz, gayr-ı sahih hayatın eşiğinde belki de ortasındayız. Sebebi de modernitedir.