Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Suriye'de Türkmenler ve Bayır - Bucak

Ali Bademci

Suriye'de Türkmenler ve Bayır - Bucak Gönderileri

Suriye'de Türkmenler ve Bayır - Bucak kitaplarını, Suriye'de Türkmenler ve Bayır - Bucak sözleri ve alıntılarını, Suriye'de Türkmenler ve Bayır - Bucak yazarlarını, Suriye'de Türkmenler ve Bayır - Bucak yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Kendi kavmi ve şehri içinde aziz olan herkes memleketinden uzak düşünce yabancı bir ülkede, hor ve zelil olduğu halde bunun aksine olarak Türk kendi halkı arasında diğer Türklerden farksız olup kendi memleketinden ayrılıp İslâm diyarına düştüğü zaman onun kıymeti artar, emîr ve sipehsâlâr olur. Âdemden a.s. bu zamana kadar, Türkten başka, para ile satın alınan bir kölenin pâdişâh olduğu görülmemiştir.
Sayfa 82 - Ötüken Neşriyat A.Ş.
Ali Bademci; 1 Mart 1949'da Hatay Şenköy (Şeyhköy)'de doğdu. İlkokulu burada, orta ve liseyi Antakya'da, yüksek tahsilini Adana’da (Ekonomi) yaptı. Bir ana-babadan 5'i erkek 8'i kız 13 çocuklu bir ailenin en büyüğüdür. Uzun yıllar “gazetecilik” mesleğini icra eden Ali Bademci 12 Eylül 1980 günü Hergün Gazetesi Adana Temsilcisi iken gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'nın 171 numaralı sanığı olarak yargılandığı davadan beraat etmiş ve 1994'te emekli olmuştur. Evli üç çocuk babasıdır ve Adana'da yaşamaktadır. Eserleri ile ilgili olarak TRT ve Habertürk TV gibi TV programlarına konuk olmuştur. Ayrıca Taşkent'te 2001 yılında yayımlanan ve yardımcı ders kitabı mahiyetinde olan Özbekistan'ın Yengi Tarihi adlı devlet neşriyatında da Türkistan'da Enver Paşa'nın Umumi Muhaberat Müdürü Molla Nafiz'in Hatıraları: Sarıklı Basmacı kitabından geniş alıntılar yapılmıştır. 2014 yılı “Türk Ocakları Nevzat Kösoğlu Armağanı” sahibidir. Eserleri - 1917-1934 Türkistan Milli İstiklal Hareketi Korbaşılar ve Enver Paşa (2 Cild), Ötüken Neşriyat, 2008 (Birinci Baskı, Kutluğ Yayınları, 1974). - Türkistan'da Enver Paşa'nın 'Umumi Muhaberat Müdürü Molla Nafiz’in Hatıraları: Sarıklı Basmacı, Ötüken Neşriyat, 2015. (Birinci Baskı, Ötüken Neşriyat, 2010). Cengiz ve Yasası-Timur ve Tüzükatı, Ötüken Neşriyat, 2016. (Birinci Baskı, Ötüken Neşriyat, 2012). - 12 Eylül İşkencesinde Ülkücü Bir Gazetecinin Dramı, Ötüken Neşriyat, 2016.(Birinci Baskı, Ötüken Neşriyat, 2013). - Irak'da Türkmen Dramı, Togan Yayınları, 2014
Reklam
Mustafa Kafalı'ya rahmet olsun
Bu Kitabı Bizlere İlk Bayır-Bucaklılık Duygusunu Veren, Her Zaman ve Her Çalışmamızda Elimizden Tutan Muhterem Prof. Dr. Mustafa Kafalı ve Dağınık Yazılarımı Toplayarak Bunların Kitaplaşmasını Israrla İsteyen Eşi Sevgi Kafalı'ya Armağan Ediyorum. Allah Onlara Uzun Ömür Versin.
“Türk” ve “Türkmen" vasıflandırması için bu çalışmada dikkat celbeden hususlar olabilir. Lakin bunun bir ayırım değil hakikat olduğunu okuyunca göreceksiniz. Tıpkı “Orhun Yazıtları”ndaki “Türk” ve "Oğuz” Beğleri hitabında olduğu gibi. Gerçekten de gerek Tükiye tarafındaki Bayır-Bucak devamı olan Ordu (Yayladağı) ve Kuseyr Türkmenleri ve gerekse Bayır-Bucak, Lazkiye ve Golan Türkmenlerinin kendilerine bu sıfattan önce “Türk” dedikleri muhtelif saha çalışmalarında tespit edilmiştir. Prof. Abdülkadir İnan'ın Gaziantep yöresindeki çalışmalarında dal benzer durumlar vardır. Gerçekten kısmen Akdeniz kıyı şeridinde yaşayan bu insanlar “Türk” deyimini “Türkmen” deyiminden önce ve israrla vurgulamaktadırlar. Halep, Şam, El-Cezire Türkmenleri'nde de olduğu gibi ana lisanlarında “Arapça”ya dönüşme olmamıştır. Üstelik bunlarda “Göçmenlik”de çok eski zamanlarda sona ermiştir. Reyhaniye ve Halep'in başta “Bayat” olmak üzere “Bozok” boyları kesinlikle Halep ile Anadolu yaylaları arasında son zamanlara kadar göçebe hayat sürmüşlerdir.Amanoslarda yoğun olan “Üçok” boyları ile Bayır-Bucak ve Lazkiye Türkmenleri'nin arasında daha çok benzerlikler vardır. Zaten kaynaklarda da “Bozok” ve “Üçok” boylarının iskânında birincilerinAmik Ovası kuzeyi ve doğusu (Halep), ikincilerin ise güney ve güneybatı yöresinde bulundukları bilinmektedir. Bu sebeple "Üçok”boylarının “Kınıklar” gibi birçoğunun erken şehirleşme dolayısıyla"Göçmen” olan “Türkmenlik” den “Türklüğe”e intisap ettikleri aklagelmektedir.
Esasında bugün “Kuzey Suriye” dedikleri coğrafî vasıflandırma temelindensakattır. Bununla ifâde edilmek istenen, Anadolu fayının devam ettiği topraklardır. Bugünkü Türkiye-Suriye hududunun ne tarihî ne de coğrafî anlamı yoktur. Prof. Mustafa Kafalı'ya göre Akdeniz kıyısındaki Basit Burnu'ndanIrak'ın Musul şehrine çizilecek düz bir hattın kuzeyi Anadolu'ya ait olup adı da Güneydoğu Anadolu'dur.
Babilliler Suriye ile Mısır Firavunları'nın irtibatını keserek hâkim oldukları Suriye'yi Hititlere devretmişlerdir. Meşhur Kadeş Savaşı ile M.Ö. 1350 yılında Hititler aşağı yukarı bugünkü Suriye ve Lübnan'ın hâkimiyetini Anadolu ile birlikte omuzlamışlardır. Bunlardan sonra Fenikeliler Suriye'ye sahip olunca ticaret gelişmiş ve ihracat merkezi olarak Sayda ve Sur kıyı şehirleri ortaya çıkmış, ancak bu da uzun sürmeyerek Âsur Hükümdarı Sargon, Büyük İskender'e kadar ülkenin hâkimi olmuş, Romalılar ise yapılan taksimde doğuyu Bizans'a bırakmışlardır. Görüldüğü gibi bugünkü Suriye'de kavim kavmi yutmuştur. Bu kadar milletin yaşadığı bir coğrafyada artık etnik aidiyetten bahsetmek mümkün değildir. Bugün burada hak iddia eden unsurların hiçbirinin uzun hâkimiyetlerive kalıcı bir medeni varlıkları da sözkonusu değidir. Birkaçistisna dışında nereye giderseniz kalıcı eserler İslâmî dönemlerle izah edilmektedir. Arapların bütün nankörlüğüne rağmen bugün Suriye üzerinde belirgin “Türk-İslâm” mührünün ağırlığı % 90'lardadır. Nerde “Beni Kalb, BeniLahm, Beni Cüzam” Arapları... Bunların konuştuğu dilbile sanıldığı gibi Arapça değil, Arapça ve Aramî ifadelerkarışımı "Sabir Dili”dir.14 Bu sebeple gerçek Araplar Suriyeliler için “Arab-ı Mearibe” yani sonradan Araplaşan;sağlıksız, sahte “Arap” demektedirler.
Reklam
...Mekke ve Medine'de dahi kavmî ayrılıklar evvela Arap düşüncesinde gelişti. İslâmî kaynakların hep kavim ve kabileleri vurgulamasının gerçek sebebi budur. Fakat ne olursa olsun Arabistan'ın İslâm'la birlikte Araplaştığını ve millet olarak bir bütünlük sağladığını kabul etmek zorundayız.
İslâm Peygamberi'nin Hz. Hatice adına ilk Arabistan dışına çıkışları, ticarî tecrübelerinin gelişmesini ve Hz. Hatice'nin servetini artırmasını da Suriye ile izah edebiliriz.Hicret yıllarında Suriye-Filistin-Mısır ahâlisi ile Arabistan Arapları o derece kaynaşmıştır ki Hz. Muhammed'in tek erkek evlâdı olan İbrahim'in anası İskenderiye'den gönderilen Maria adlı muhtemelen Arap olmayan bir hanımdır. Bu sebeple Musevîlik ve Hıristiyanlığa rağmen İslâmiyet'in de en güçlü vatanı Orta Doğu topraklarıdır. Zaten İslâmın yayılışı da bu istikamette gelişmiştir.
6. yüzyılda Orta Doğu çok büyük kargaşalar içerisindedir. Roma İmparatorluğu'nun doğu kolu olan Bizanslılar ile İran'ın hâkimi Sasanîler ölümüne birbirini kırmaktadırlar. Tabiî olarak er meydanı Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Suriye topraklarıdır. Bu mücadeleler dinî sebeplerden ziyade iktisadî hâkimiyet yüzünden olmaktaydı. Çünkü Uzak Doğu mallarının Orta Doğu ve Avrupa'ya ulaşmasını sağlayan yollar buradan geçmekteydi. Bizanslılar İran'ın elinde bulunan Mezopotamya'yı almak, Sasanîler ise Suriye, Filistin ve Mısır'ı Romalılardan boşaltmak peşindeydi. Araplar ise henüz İslâm'la tanışmadıkları için Suriyeve Mısır çöllerinin gerisinde kalıyorlardı. Persler amansız mücadelede Araplardan faydalanmak için çöl ötesine el attılar ki Bizanslılar da Suriye ötesinde aynı şeyi denediler.Her ikisi de amacında başarılı olarak Güneydoğu Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasına evvelâ Beni Lahm kabilesini çektiler. Pers İmparatorluğu'nun başkentine yakın olan "Hira" şehrinin kuruluşunun bu şekilde olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda Bizanslılar da Suriye'de yer yer Arapları iskân ettiler.
Emevîler devrinde İslâm'da ayrılık hareketleri başlamış, ortaya çıkan “Şiîlik”in de ilk vatanı Suriye olmuştur. Ancak buradan Irak'a doğru yayılmaya başlamıştır. "Şiîlik” deyimi evvelâ Emevîlere karşı Hz. Ali soyunun haklarını aramak ve yardım etmek için toplananları ve onlara taraftar olanları ifâde etmek için kullanılmıştır. Esasında Emevî iktidarı İslâm öncesi Suriye Araplarının üstünlüğüne dayanan Arap diktatörlüğünden başka bir şey değildi.
Reklam
İran'da güçlü II. Sasanî Devleti'nin 632'den başlamak üzere Halid bin Velid'in üzerinden geçtiği ve bazı tarihçilere göre şiddetli bir soykırım yapıldığı, Massignon ve.Hilmi Ziya Ülken'e göre bu yüzden Şiîliğin bir İran aksülameli olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. Çünkü Arap istlasından sonra Farslar oldukça küçülerek bugünkü Fars Körfezi kıyısına yuvalanmış ve tamamen Şiiliğe intisap ederek sadece Orta Asya'da Samanoğulları ve Ortadoğu'nun Kürtleri ile Hindistan'ın Afganları bu irktan neşetetmelerine rağmen bugüne kadar “Sünní” kalmışlardır. İran'ın Şiîleşmesine 7. yüzyılın sonu ile 8. yüzyıl başında zalim Emevî iktidarlarının da sebep olduğunu bilhassa belirtmemiz gereklidir. Samanoğulları bakiyesi olan Taciklerile İranî menşeden geldikleri birçok kaynakta ifâde edilen Kürtler ve Afganlıların ileri tarihlerde Türk irkının tesiri ile Şiî olmadıklarını, Abbasîler devri Türk hareketlerinden anlamaktayız. Dolayısıyla Suriye menşeli bir dinî hareketin sadece Orta Doğu'yu değil Şark'ı da etkilediğini ifadede bir mahzur yoktur. Daha Abbasîler devrinin başındaTürklerin bunlarla kurdukları ortaklık dolayısıyla İran'da ortadan kaldırılan bir milletin yerini Araplar dolduramayınca bütün coğrafya Türklerin öz vatanı olmuştur ve bugün dahi böyledir.
"Şiilik”in de ilk vatanı Suriye olmuştur. Ancak buradan Irak'a doğru yayılmaya başlamıştır. "Şiîlik” deyimi evvelâ Emevîlere karşı Hz. Ali soyunun haklarını aramak ve yardım etmek için toplananları ve onlara taraftar olanları ifâde etmek için kullanılmıştır. Esasında Emevî iktidarı İslâm öncesi Suriye Araplarının üstünlüğüne dayanan Arap diktatörlüğünden başka bir şey değildi.
İran'da güçlü II. Sasanî Devleti'nin 632'den başlamak üzere Halid bin Velid'in üzerinden geçtiği ve bazı tarihçilere göre şiddetli bir soykırım yapıldığı, Massignon ve Hilmi Ziya Ülken'e göre bu yüzden Şiîliğin bir İran aksülameli olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. Çünkü Arap istlasından sonra Farslar oldukça küçülerek bugünkü Fars Körfezi kıyısına yuvalanmış ve tamamen Şiiliğe intisap ederek sadece Orta Asya'da Samanoğulları ve Ortadoğu Kürtleri ile Hindistan'ın Afganları bu irktan neşet etmelerine rağmen bugüne kadar “Sünní” kalmışlardır. İran'ın Şiîleşmesine 7. yüzyılın sonu ile 8. yüzyıl başında zalim Emevî iktidarlarının da sebep olduğunu bilhassa belirtmemiz gereklidir. Samanoğulları bakiyesi olan Taciklerile İranî menşeden geldikleri birçok kaynakta ifâde edilen Kürtler ve Afganlıların ileri tarihlerde Türk irkının tesiri ile Şiî olmadıklarını, Abbasîler devri Türk hareketlerinden anlamaktayız. Dolayısıyla Suriye menşeli bir dinî hareketin sadece Orta Doğu'yu değil Şark'ı da etkilediğini ifadede bir mahzur yoktur. Daha Abbasîler devrinin başındaTürklerin bunlarla kurdukları ortaklık dolayısıyla İran'da ortadan kaldırılan bir milletin yerini Araplar dolduramayınca bütün coğrafya Türklerin öz vatanı olmuştur ve bugün dahi böyledir.
750 yılına kadar devam eden Müslümanlar üzerindeki dinî ve idarî hâkimiyet zamanında hedefin yine Bizans ve İran olduğunu görüyoruz. Hatta Emevîlerin, Anuşirvan dolayısıyla akrabalık ilişkileri kurduğu, Bizanslıların da ortaklık yaptığı Doğu'nun güçlü millet ve milliyeti Türklerin de Araplar tarafından bu devirde iyice keşfedildiği ve Çin gibi Uzak Doğu devletinin İslâm'ın dünya hâkimiyeti için masaya yatırıldığını da bilmekteyiz. Hatta Hz. Muhammed'in rivayet edilen hadîsleri ve daha sonra tefsiri yapılan inzar âyetlerine göre Arap kültürü tarafından Türk ırkının pek iyi tanındığını öğrenmekteyiz.
Ahmed'in babası, zamanın Sasanî hükümdarının elinde bulunan Buhârâ'ya köle olarak gönderilmişti. Sasanîler Araplar tarafından ortadan kaldırılıp, ileride Samanoğulları Devleti adını alacak oluşumdan önce, Orta Asya'da Halifeye bağlı Buhârâ Valisi tarafından Ahmed'in babası Tolun'u 815 yılında Hilâfet merkezi emrine
116 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.