Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Mustafa Kemal / 1922-1938

Tek Adam - Cilt 3

Şevket Süreyya Aydemir

En Eski Tek Adam - Cilt 3 Sözleri ve Alıntıları

En Eski Tek Adam - Cilt 3 sözleri ve alıntılarını, en eski Tek Adam - Cilt 3 kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Gazi kırgındı. Yüzü gergindi. Sesi boğuktu. Sözleri sitemliydi: "Efendim, bu kanun teklifi, kanuni bir maksad-ı mahsus ihtiva ediyor. Bu maksat doğruca şahsıma taalluk ettiğinden, müsaade ederseniz birkaç kelime ile fikrimi arz etmek istiyorum. Erzurum Mebusu Süleyman Necati, Mersin Mebusu Salahattin ve Canik Mebusu Emin Beyefendiler
Sayfa 67 - 68Kitabı okudu
İsmet Paşa, zaten ameli ve tatbiki değeri kalmayan Ermenistan meselesinin hiç ortaya atılmaması için, Lord Curzon'la hususi bir yemekte konuşarak mutabık kalırlar. Fakat ertesi gün Lord Curzon müzakereler sırasında, hafiften olsa da Ermenistan meselesine dokunur. İsmet Paşa hayret eder ve sinirlenir. Toplantı kapanınca Paşa, toplantıyı idare eden Curzon'la ilgilenmeden salonu terk eder. Yürür. Fakat Curzon arkasındadır. Paşanın koluna girmek ister. Paşa oldukça haşin davranır. Fakat Curzon tam bir İngiliz azmi ile konuşur: -Generalim, şu Ermeni meselesine, bu kadarcık bir cenaze törenini çok mu görüyorsunuz...
Sayfa 107 - 108Kitabı okudu
Reklam
...Bu arada, işin en hoş tarifini eski bir Osmanlı, eski bir müderris ve Osmanlı Devleti'nde de nazırlık ve ayan azalığı yapmış olan Abdurrahman Şeref Bey yaptı. Zaten Abdurrahman Şeref Bey, meclisin de en yaşlı ve en saygı gören adamıydı: -Hâkimiyetimilliye, kayıtsız şartsız milletindir... Kime sorarsanız, sonuç bu, cumhuriyet demektir. Doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad, bazılarına hoş gelmezmiş... Varsın gelmesin.
Sayfa 149 - 150Kitabı okudu
Cumhuriyet, İstanbul'daki Osmanlı hanedanının sonu demekti. Gerçi gölge bir halife muhafaza edilmiş ve hanedan mensuplarına da ikişer, üçer yüz liralık aylıklar bağlanmıştı. Bu maaşlar cetveli, bütçe tahsisat fasıllarının başında yer alıyordu. Mebusları bu da, ayrıca sinirlendirmekteydi. İsmet Paşa (İnönü) saltanat hanedanının, olayların gelişmeleri içindeki bazı davranışları üzerine şunları anlatır: "İdarenin er geç saltanat rejimine son vereceğini, İstanbul'daki saltanat ailesi hissetmiştir. Saltanat rejiminin Anadolu'da taraflısı olanlar ise, hâkimiyetimilliye prensibinin tatbik usullerine ümit bağlamış bulunuyorlardı. "Saltanat ailesinden şehzadeler, benim bildiğim, iki defa ciddi olarak Anadolu mücadelesine katılmak istemişlerdir. Bir defasında Ömer Faruk Efendi (Abdülmecit Efendi'nin oğlu) yaveri ve mürebbisi ile İnebolu'ya gelerek iltihak arzusu göstermiştir. Fakat yaveri Anadolu'da alıkonularak şehzade İstanbul'a iade edilmiştir. "İkinci defasında gene Ömer Faruk Efendi Anadolu'ya gelerek Vahideddin'e karşı vaziyet almaya hazır bulunduğunu, eski Şeyhülislam Hayri Efendi vasıtasıyla, Ankara'da Mustafa Kemal Paşa'ya ve garp cephesinin Eskişehir karargahında bana bildirmiştir. Fakat Hayri Efendi'ye ben, meselenin artık bir Vahideddin meselesi değil, hanedan meselesi haline geldiğini delilleriyle anlattım." (Akis, 27.10.1962)
Sayfa 150Kitabı okudu
Laiklik, yeni devletin, bugün de yerleştirilememiş ilkelerinden bir olarak kaldı. Çünkü, devletin yapısına, tam laik bir karakter hiçbir zaman verilemedi. Dini hizmetler ve dini eğitim, daima devlet vazifesi olarak fakat her zaman sömürülmeye hazır bir durumda kaldı. Teokratik bağlantılar, aslında toplumla devlet arasında ilişki olmaktan ziyade, toplumun kendi içinde beslenir. Halbuki politikacı, bu bağlantıları ilk fırsatta devletin yapısına mal etmeye çalışır. Nitekim bu mücadele bizde, bugün de ve hâlâ devam eder durur.
Sayfa 153Kitabı okudu
-Hemşeri, sen ne iş yaparsın? -Esaslı bir işim yoktur bey, ikide bir askere gel derler, gider gelirim... Evet, Türklerin bütün yakın tarihinin hikayesi bu iki cümlede toplanır.
Sayfa 156Kitabı okudu
Reklam
...Devletin dini, İslam diniydi. Bu işleri, mesela Türkiye'de yaşayan diğer dinlere mensup cemaatlerde olduğu gibi, devlet dışı bir cemaat teşkilatına bağlayıp halka terk etmedikçe, bunun böyle kalmasından başka yol yoktu. Fakat bu suretle geniş bir cemaat teşkilatlanmasının devlet içinde devlet demek olacağı, bugün olduğu gibi, o gün de ilgilileri ürkütüyordu... Yeni devlet, kendi yapısına ve bütçesine dini hizmetleri de koyarak laiklik çabasını zayıf bırakmak zorunda kaldı. Bu halin, ilk gevşemede, din ile devletin ayrılışını sarsacağı ve devletin dini akımlara ister istemez baç vermek zorunda kalacağı şüphe götürmez bir gerçekti. Temel, bir defa kaymaya başlayınca da, temelden ayrılışın nerelerde durabileceği, elbette ki önceden tayin edilemezdi. Nitekim bugün Türkiye, bu çelişmelerin tam olarak içindedir.
Sayfa 170Kitabı okudu
İzmir Mebusu Mahmut Esat Bey: "Günlerden beri devam etmekte olan münakaşalara ve sonu gelmeyen müzakerelere, ne inkılabın ne milletin tahammülü vardır. Vaziyet inkılabı ileri götürmek namına hükümeti düşürmekten ibaret değildir. Gidilecek yolları tayin meselesidir. Hakimiyetimilliye başka bir meseledir. Cumhuriyet, meşrutiyet, mutlakiyet, istibdat gene başka bir meseledir. Bu nesnelerin bir kısmı 'hükümet şekilleri'dir. Diğeri, milletin iradesinin infaz ve tatbikidir. Bu dört şekil içinde biz, milli hakimiyetin muhtelif şekilde tatbikini görmekteyiz. İki şeyi karıştırmamalıdır. Hakimiyetimilliyede şekil değil, ruh esastır. Türk inkılabı yükseliyor. Ancak, bu inkılabı süratle hedefine, milletçe beklenen hedefine ulaştırmak için, bir an evvel hakiki vaziyetin belirmesi lazımdır. Türk milleti ortada, demokrasi namına çekilmiş bir kılıç gibi bunu beklemektedir."
Sayfa 195Kitabı okudu
...Dr. Fritz'in "Kürtler" iserinde, Prof. Veber'den nakledilen şu cümle çok ilgi çekicidir: "Kürt dili, bir dil karışımı değildir. Belki bir kelime karışımıdır. Anlaşıldığına göre Kürt dili, tam bir millet dili olmaktan ziyade, şekli kaybolmuş, istilaların ve göçlerin etkisi altında ve zaman içinde oluşmuş, fakat bu oluşumda da bir etimolojik birlik sağlayamamış, daha çok arı Fars kaidelerine yatkın bir dil karışımı olsa gerektir. Ama o kadar yetersiz şekilleşmiştir ki, Dr. Fritz'e göre, fiiller ve tasrifler bile teşekkül edememiştir. Ona göre Kürtçede fiiller, daha çok isim sayılabilir. Hatta bu dil karışıklığının, aslı hangi dilde ise, onunla olan bağları da kaybolmuştur. Mesela gene ona göre, Kürt kabileleri arasında müşterek olan kelimeler de değildir. Türk, Arap, yeni Fars gibi, Kürtlerin daha vatanı sayılan İran yaylasına veya yukarı Asur ovalarına ait kelimeler olmayıp Türk, Arap, yeni Fars gibi, Kürtlerin daha sonra yerleştikleri bölgelerden veya karıştıkları milletlerden derlenmiş yabancı kelimelerdir. Dr. Fritz'in, Birinci Dünya Harbi'nden önce, Petersburg Akademisi tarafından yayınlanan 'Kürtçe-Farsça-Almanca' lügatten naklettiğine göre, bu lügatte derlenen 8307 kelimeden, 3080'i aslen Türkçe ve eski Türkmen, 2000'i yeni Arapça, 1030'u yeni Farsça, 1240'ı Zend (eski Farsça), 370'i Pehlevi, 220'si ermeni, 108'i Keldani ve ancak 30'u asıl ve eski Kürtçedir.
Sayfa 202 - 204Kitabı okudu
Reklam
...Her devletin ülkesinde azınlıklar vardır. Bizde de, azınlıklar yaşarlar. Kürtler, bunlar arasında, en kalabalık kütleyi teşkil eder. Ve sayıları, her sayım sonunda, devletin istatistik yıllıklarında açıklanır. Kürtlerin anayurdu ve Kürt deyiminin gerçek manası üstünde görüş birliği ve kesin bilgi yoktur. Gerçi Lord Curzon'un genelkurmaya
Sayfa 202 - 204Kitabı okudu
Kürtlerle meskun Doğu vilayetleri Osmanlılara, Yavuz Sultan Selim zamanında ve Diyarbakır kalesi muhasarası müstesna olmak üzere, mücadelesiz geçti. O güne kadar o bölgeler İranlıların kontrolündeydi. Doğu, tam bir derebeylik nizamı ile idare olunuyordu. Osmanlılar da aynı nizamı muhafaza ettiler. Diğer bölgelerde uygulanan Zeamet, Timar, Has kanunları oralarda uygulanmadı. Memleket, 14'ü azli mümkün olmayan bölge hükümdarları, 28'i azledilebilen Kürt derebeyleri eline bırakıldı. Bunların hepsi mahalli beyler ve şeyhlerdi. Bunlar da kendi toprakları içinde, kendilerine bağlı diğer ağa, bey ve şeyhleri kullanıyordu. Fakat beyler ve reislerle aileler arasında mücadele hiçbir zaman durmadı. (Şerefhan, Şerefname'sinde bunların baş döndürücü hikayelerini sıralar.) İstanbul tarafından idareye biraz nizam verilmek istenince de, derhal mahalli isyanlar başladı. Bunların çok öncelere kadar varan hikayeleri vardır. Burada XIX. yüzyıl başından beri meydana gelen en önemli ayaklanmalardan bazılarını verelim: 1806 Babanzade Abdurrahman Paşa isyanı, 1813 Abbas Mirza isyanı, 1828-29 Muşlu Emin Paşa isyanı (Osmanlı-Rus Harbi), 1832 Mir Mahmut isyanı (Mısırlıların Anadolu'ya saldırısı sırasında), 1842 Bedirhan Bey isyanı, 1855 Yezden Şir isyanı, 1880 Mahrili Şeyh Abdullah isyanı vs.
Sayfa 207 - 208Kitabı okudu
Hasan Lütfü Şuşud: "Hakikatleri bulamayanlar, merasimi dinde edindiler."
Sayfa 221Kitabı okudu
1930'dan önce, Türk ziraatı bahsinde kayda değer bir olay, 1927-1930 arasında bir Sovyet uzmanlar heyetinin, Türkiye'nin zirai şartları ve maddeleri üzerinde giriştikleri ve dört yıl kadar süren bilimsel bir araştırma ve inceleme faaliyeti oldu. Daha sonra, Türkiye'den alınan ve tohum ve materyalin, 50 kadar Sovyet araştırma istasyonundaki tecrübe ve inceleme neticelerini de toplayan bu incelemelerin sonucu "Zirai Türkiye" ismi altında ve büyük bir cilt halinde yayınlandı. 1000 sayfa kadar tutan ve Rusça tam metinden başka bir Fransızca özeti de ihtiva eden bu eser, Türk ziraatının şartları, imkanları ve maddeleri üzerinde milletlerarası yankılar uyandırdı. Türk uzmanları arasında ilgi çekmeyen bu eseri, daha yukarıdan aldıkları emirle hareket ettiklerini söyleyen o zamanki Ziraat Vekili Muhsin Erkmen ve Yüksek Ziraat Enstitüsü Müdürü Bay Falke'nin teklifleri üzerine Rusçadan tercüme etmiştim. Gerçek bilimsel açıdan ve ço ünlü bilginler tarafından işlenen, Türk ziraatı için çok önemli gelişme imkanları gösteren bu eserin, o zaman Türkçe olarak basılmaması ve verilen tercümenin de daha sonra vekalette kaybolması, memleketimiz için çok zararlı olmuştur.
Sayfa 333Kitabı okudu
Atatürk bir teferruatçı değildi. Hiçbir zaman bir hükümetçi, bir büro adamı ve hükümet takipçisi de olmadı. Onun için Türkiye'nin meselelerini incelerken, iş ve inşa alanlarında onun, sadece bütün işlere hakim gölgesini ve tasvip edici işaretini görmeliyiz. Devletçilik, sanayi, planlama, planlı ekonomi gibi konularda Atatürk, ancak yukarıdan nezaret eden bir milli başkan olarak kaldı. Konuların günlük çalışmalarına, teferruatına, meselelerine inmedi. Onun için Atatürk edebiyatında bu konular için ondan, etraflı görüşler ve müdahaleler nakletmeye kalkışmamalıdır. Zaten şu bir gerçekti ki, 1930, hele 1933'ten sonra Atatürk, artık 1930 sonrasının aktif, atılgan, hatta mücadeleci Atatürk'ü değildi. Hükümeti icraatında geniş ölçüde serbest bırakıyordu. "Çocuklar, eğer ben Çankaya'da böyle rahat oturuyorsam bu, hükümetin başında İsmet Paşa olduğu içindir." sözleri onundur ve birtakım manalar taşırlar.
Sayfa 355Kitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.