Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Hıristiyanlıkta ve İslamiyette Kadının Statüsü Üzerine Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım

Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın

Fatmagül Berktay

Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın Gönderileri

Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın kitaplarını, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın sözleri ve alıntılarını, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın yazarlarını, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"Augustinus'un anlatımında kadın, tümü de toplumdaki araçsal konumunu ortaya koyan üç yönüyle ele alınır.Baştan çıkarıcı olarak kadın, şeytanın kötülük planlarının aracıdır; zevce olarak kadın, ailenin düzenini korumakla görevli kocanın aracıdır; ve anne olarak da, Tanrı'nın yaratıcılığının aracıdır. Hangi amaca hizmet ettiğine bakılarak, kadın ya lanetlenir ya da yüceltilir.
Kuzey Afrikalı Hristiyan teolog Tertullians ise, kadın düşmanlığında daha baskındır;'' sen,'' der kadına,''cehennemin kapısısın;sen, Tanrı'nın Yasasına ilke karşı gelensin; sen, şeytanın yanaşmaya cesaret edemediği erkeği kandıransın. Sen, Tanrı'nın suretinde yaratılmış olan erkeği kolayca mahvettin. Senin suçun yüzünden, Tanrı'nın oğlunun bile ölmesi gerekti.''
Reklam
"Sessizlik, kadının izzetidir, ama aynı şey erkekler için geçerli değildir,"der Aristoteles. Yüzyıllar sonra, İmam Gazali bu söz özellikleri Müslüman kadının da temel erdemleri sayacak ve" Müslümanların kaçınması gereken kadın tipinin şadaka, yani "çok konuşan kadın "olduğunu söyleyerek Aristoteles'i yankılayacaktır.
This is now bone of my bone and flesh my fles; she shall be called Woman because she was taken out of Man.
" Kadınlar, kendi kimliklerini özgürce tanımlamak ve toplumda özerk bireyler haline gelmek istiyorlarsa " Lanetli Havva" ya da "Fitne Yaratan Kadın" imgelerinden kurtulmak zorundadırlar; bunu yapabilmek için de özellikle tektanrılı dinler ve onların kültürün her alanına sinmiş verili toplumsal cinsiyet kalıplarıyla hesaplaşmaları zorunludur. Bu nedenle, dinin doğasını ve işlevini anlamak, belki de en başta kadınlar açısından önemlidir."
Reklam
Morgan, ilk baştaki anasoyluluğun, topluluğun yerleşikliğe geçmesi ve mülkiyet birikiminin yaygınlaşmasıyla erkekler tarafından değiştirilmiş olduğunu savundu. Onun tezini Friedrich Engels devralarak (Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni) ilk başta topluluğun ortak mülkiyetini kadınların denetlediğini, ama tarıma geçişle birlikte erkeklerin tarım araçlarını kullandıklarını ve onlara sahip olduklarını, böylece özel mülkiyet sahibi ilk cinsin erkekler olduğunu öne sürdü.
Fanatik İslamcıları ve köktendincileri tutarlı savlardan çok şeriata koşulsuz sadakat ilgilendirmektedir. Laik topluma olan nef­retlerinin kaynağı da işte budur. Çünkü bir toplum derinden laikleş­tiğinde, bir cinsin öteki üzerindeki iktidarı, en değerli meşrulaştırma araçlarından birini yitirir. İktidarın tanrısal dayanağı ortadan kaldı­rıldığında, erkeğin kadın üzerindeki "doğal" üstünlüğü efsanesinin yıkılması yolu da açılmış olur.
Eski Ahit'teki yaratılış mitosu, bir kez daha Foucault'yu hatırlayacak olursak, "bilgi"nin ya da bilinçliliğin önemine ve direnişe yol açarak, varolanı değiştirme potansiyeline işaret eder. Tanrı'nın, erkeğin ayrıcalığı olan bilgiyi elde etmeye kalkıştığı için kadını cezalandırmış olması bir rastlantı değildir. Öyleyse, kadınların, yasak meyveyi yeme haklarına sahip çıkmaları ve aynı zamanda ad koyma hakkını, özellikle de kendi ad­larını koyma ve kendi kendilerini tanımlama hakkını geri almaları gerekir. Çünkü, ad koyma ve tanımlama hakkına sahip olanlar, aynı zamanda iktidara da sahip olanlardır. Kadınlar için kendi kaderini belirleme mücadelesi, kaçınılmaz olarak, kendilerine dayatılan ta­nımlara karşı çıkışı ve alternatif tanımlar yaratılmasını içerir.
Ataerkil sistem, hem cehennemi büyük ölçüde kadınlara ayırarak, hem de er­keklere itaat zorunluluğunu din ve cehennem korkusuyla birleştire­rek, üstelik bütün bunları bizzat kadınların yeniden üretmesini sağ­layarak, sistem olarak ayakta kalmayı başarmaktadır.
Reklam
Tek tanrılı dinler ve onlardan beslenen günümüz köktendinciliği, kadınlardan yalnız­ca Tanrı'ya değil, erkeklere de hizmet ve itaat talep eder. Üstelik bunlar, kadınların bu itaati içselleştirmelerinin, gönüllü hizmetkar­lar haline gelmelerinin en güçlü araçlarıdır. Oysa baskı, içselleştiril­diği zaman, baskı olmaktan çıkmaz; yalnızca, baskının kaynağının belirlenmesi ve ona karşı mücadele edilmesi engellenmiş olur.
Köktendinci akımlarda yapıldığı gibi, kadına, ailesel ve dinsel değerlerin taşıyıcısı rolünün verilmesi, geçici bir süre için onun sta­tüsünü ve saygınlığını arttırabilir. Ne var ki, son çözümlemede, "ger­çek kadınlığın", ailenin ve kadının "doğal" rolünün yüceltilmesi; ka­dınlan kapalı, dar bir alana hapseder ve daha kötüsü, onları erkekler tarafından tanımlanmış imgeler/kalıplar içinde dondurarak, kendile­rini özgürce tanımlama olanağından yoksun kılar.
Fetna Ayt Sabbah'ın da belirttiği gibi, hurinin esas özelliği, "mü­mine verilmiş bir eş" olmasının ve "bakışlarını yalnızca eşine çevir­miş" ve "iyi huylu" olmasının vurgulanmasının da ortaya koyduğu üzere, yeryüzü kadınlarının "fitne" yaratma ve "itaatsizlik etme" ni­teliklerini taşımamasıdır. Bu, gerçekten de erkek fantazisinin sonu) isteği olan, kadınların yaratabileceği her türlü "bozgunculuk" ve muhtemel aşağılanma ya da cinsel yetersizlik korkularının bulun­madığı bir mutlak uyum dünyasıdır! Böyle bir uyum dünyası, ger­çek yeryüzü kadınlarıyla değil, ancak özgür iradeden ve yıkıcı zeka­dan yoksun huri kadınlarla mümkün olabilir. İster Arap Yarımadası'nda, isterse Eski Yunan'da olsun, erkek fantazisi hep aynıdır: Kadının, erkeğin kendi eliyle biçimlendirip can verdiği, yani özgür iradeden ve öznellikten yoksun, tümüyle erkek dene­timi altındaki bir Galatea olması!
Ümit Meriç Yazan da "Akdeniz kültür çevresinde" ana-oğul ilişkisinin ay­rıcalığını korumaya devam ettiğini belirtirken ilginç bir karşılaştırma öğesine dikkat çekmektedir: "Anne için oğlu tek şansıdır. Aşağı olan statüsü onunla yükselecek, sosyal bir varlık olarak tanınacak, kendisine kadın olarak gösteril­meyen saygı anne olarak gösterilecektir. Bu yüzden anne, bazen acı içinde oğlu­nu, babanın bir rakibi haline getirecektir. Belki de anne-oğul, baba-oğul ilişkile­rindeki bu rekabet Oedipus kompleksinin tersi ve tamamlayıcısı olan, İran'ın, oğlunu bilmeden öldüren destan kahramanı Rüstem'in şahsiyetinde bulunabi­lir ... " (islam Ailesi, s. 193.)
"her şey 'bunu kabul etsem ne olur ki' denilerek verilen küçük tavizlerle başlamıştı"
Sayfa 239Kitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.