Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Toplum ve Kültür

Chris Rojek

Toplum ve Kültür Gönderileri

Toplum ve Kültür kitaplarını, Toplum ve Kültür sözleri ve alıntılarını, Toplum ve Kültür yazarlarını, Toplum ve Kültür yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Neo-Marksist tartışmaların özelliği, toplumsal düzen açıklamasında ideolojik ortaklık üzerinde çok fazla durması, dolayısıyla bir toplum kuramı olarak Marksizmin özünü -ekonomiyi-göz ardı etmesiydi. Eğer bir şey Marx'ın toplum kuramını tanımlıyorsa, bu şey toplumun genel niteliğini, yasalarını, dini uygulamalarını, egemen düşüncelerini, bilimsel buluşlarını, kadın erkek ilişkisini, vb. eninde sonunda ekonomik ilişkilerin belirlediği görüşü olmalıdır. Sözgeimi “eninde sonunda” ya da “belirlemek” sözcüklerinin anlamı hakkında sorular sorarak bu ifadeyi etkisizleştirme ya da ifadede değişiklik yapma girişimi, aynı zamanda Marx'ın sosyal bilimlere özgün bir katkı yaptığı kavramını da etkisizleştirir. “Tabanın üstyapıları belirlediği” kavramından çok uzaklaşma girişimi, Marksizmin tutarlı bir toplum kuramı olduğu görüşünü zayıflatır. Bu nedenle, tarihi materyalizm genel bir tarih kuramı olarak tartişmalıdır, böyle bir düşünce Marksizmi en azından özgün ve tutarlı yapmıştır.
Devletin sosyal yardım harcamalarıyla özel sektörün kârlılık koşulları arasında, pek çok yazarın “meşruluk krizinin” kaynaklarından biri olduğuna inandığı (Habermas, 1976) genel bir çelişki vardır. Hükümetler hem “toplumsal yatırımlar” için büyük harcamalar yaparak seçmenlerin desteğini hem de düşük vergi, yüksek kazanç ve kamu harcamalarının kontrol edilmesini isteyen özel sanayinin desteğini aynı anda sürdüremez. Bu çelişki Keynesyen ekonomi politikalarının kaçınılmaz bir özelliği olsa da “küreselleşmenin” gelişmesiyle “kamu yükü” sorunu daha da ağırlaşmaktadır (Robertson, 1991). Artık herhangi bir hükümetin “kendi” ekonomisini bağımsız bir şekilde düzenlemesi mümkün değildir çünkü dünya ekonomik sisteminin gelişmesiyle birlikte ekonomilerin birbirine bağlı olması ve küresel şirketlerin ulusal ekonomilerin içine yayılması, “ekonomi politikasının” artık büyük ölçüde küresel ekonomik kurumlar ve süreçler tarafından belirlenmesi demektir. Ulusal hükümetlerin yerel seçmenlerin Keynesyen baskılarına (kişiye özel vergilendirme, daha fazla s0syal yardım harcamaları, emeklilik yaşının indirilmesi, vb.), paranın aniden değer kaybetmesine ve faiz oranlarının artmasına neden olacak enflasyon tehlikesini göze almadan karşılık vermesi zordur.
Reklam
Son yirmi yilda, kültürel dönüşümün önemli bir sonucu, pek çok sosyal bilimcinin, hukukun her şeyden önce ahlaki değil kültürel gücün bir ifadesi olduğunu hiç sorgulamadan kabul etmesidir. Bunun genel bir durum haline gelmesine göz yumulursa ahlaklılığın önemine zarar verir çünkü bu önemin dayandığı tarafsız adalet ilkesini yıpratır. Elbette, hukukun tarafsızlığının sorgulamasını gerektiren haklı nedenler olduğunu kabul edenler arasındayız. Özellikle, hukukun bir terör ortamı yaratmak için uygulandığı yerlerde, buna direnmenin vatandaşın ahlaki görevi olduğu ileri sürülebilir. Aynı zamanda, genelleştirilmiş kültürel göreliliğin, kişilerin yalnızca toplumsal konumları nedeniyle kurban sayıldıkları güçlü bir suçlama kültürü yaratma eğilimi de vardır. Hukukun, güçlünün çıkarları lehine çarpıtıldığı görüldüğü için adaletten bağımsız yardım dilemek olası değildir.
..Hatta laikleşmeyle, anlam ve değerde bir azalma olur, çağdaşlaşma ve laikleşme ile anlam gitgide artan bir kıtlık kazanır.Çokkültürlülük ve farklılığın kabul edilmesiyle, “gerçek değerler” etnisite, cinsel tercih ve dini inançta yoğunlaştığı için ortak anlamın çerçevesinin daraldığını bile varsayabiliriz. Bolluğun artması zevk kültürlerini ve gösterişçi tüketimi de çoğaltır, böylece, bireylerin toplumsal organizmaya bağlanmaktan kaçınmalarını sağlar. Gerçekten de bağlılık sorumluluk olarak tanımlanma eğilimi göstermektedir çünkü mali politika bireyin toplumsal organizmaya katkıda bulunmasını gerektirir, oysa tüketim bireyin bu bağlılıktan kontrolsüz bir arzu ve fantezi dünyasına kaçmasını sağlar. Bu nedenle, kültürel önemin güvenceye alınması için dayanışmaya ve anlama bağlı eylemler daha fazla çaba gerektirir. Fakat çağdaşlaşmanın ve küreselleşmenin hızı kurumların bütünleştirici bir rol oynama gücünü azaltmaktadır. Uluslarötesi kurumla! ve örgütler ulus devletin gücünü tüketmektedir. Bu, çokkültürlülüğün de katkısıyla, günlük yaşamda “bizim” aslında kim olduğumuz sorusunu gündeme getirir.
Risk toplumunun gelişmesini, son on yılda yeni bir beden sosyolojisinin güçlü bir şekilde gelişmesi bağlamında görebiliriz. Bu yeni sosyoloji dalı, özellikle insan organizmasının doğal bir olgu değil, doğadan çok beslenme ve eğitimin şekillendirdiği toplumsal ve kültürel olarak üretilmiş bir varlık biçimi olduğu anlayışı ile ilgilenir. Organizmanın toplumsal olarak yaratıldığı görüşü kısmen, anatominin bir kader olduğu görüşünü reddetmeye yani tersine bedenin bir tarihi olduğunu ve bu tarihin kültürel ve toplumsal bir ürün olduğunu savunmaya çabalayan eşcinsel ve feminist politikadan kaynaklanmaktadır. Cinsiyet politikasının gelişmesine ek olarak, tıp alanındaki teknolojik gelişmeler insan bedeni hakkındaki düşüncelerimizi derinden etkilemiştir çünkü plastik cerrahi, organ nakli, hormon tedavisi ve diğer tıbbi müdahalelerle, kelimenin tam anlamıyla, beden yaratılabilir. Refah ve tıp, yaşlanan bir nüfus yaratarak hastalık ve ölüm oranlarının azalmasına katkı yapmıştır, aynı zamanda çağdaş toplumlarda bedenin yapısı hakkında şiddetli itirazlara da yol açmıştır. Bundan başka, belirttiğimiz gibi, günlük yaşamın ticarileşmesi, insan bedenini iş alanının ve ürünlerin hedefi olarak belirlemiş,ürün satışında başlıca reklam aracı olarak imrendirici unsurlar insan biçimine dönuşturulmustur.
Kıtlıklar tüketici hareketi ile çoğalırken çağdaşlaşma süreci toplumun yapısındaki riski artırmış, aynı zamanda riskin yapısını da değişirmiştir. Çağdaş bir ortamda risk çoğunlukla özel değil geneldir, hiyerarşik değil demoktratiktir, yerel değil küreseldir. Çağdaşlaşmayla birlikte çevresel riskler bütün kitleye yayılmıştır. Bu nedenle, refahın hiyerarşik olduğunu fakat çevre kirliliğinin demokratik olduğunu çünkü ozon tabakasının delinmesi, çevre kırlıliği ve besin arzının ve besin zincirinin kalitesinin azalması gibi tehlikelerle karşı karşıya olan bir toplumun bütün üyelerinin buna maruz kaldığını ileri sürmek mümkündür. Küreselleşme ile hastalık riski artık coğrafi ya da toplumsal alanlarla sınırlı değildir, bütün topluma dağılmıştır. AIDS, HIV, CJD ve deli dana hastalığı, risk toplumunun en mükemmel örneğidir.
Reklam
(Biyolojik) ihtiyaçla (kültüre özgü) arzular arasındaki fark hakkındaki bu açıklama, kıtlığın kültürel açıdan göreceli olduğu ya da en azından kıtlığın toplumsal olarak meydana getirildiği ve örgütlendiği sonucuna götürür. Bu nedenle, çelişkili bir biçimde, çağdaşlaşma ve sanayileşme, bu anlamda refah yaratarak kıtlığı azaltmak yerine artırıyor
Sosyolojik açıdan, bu ontolojik kıtlık kavramı, görece yetersiz kalmıştır çünkü sosyologlara göre, insanoğlunun ihtiyaçları arzuları kadar çok değildir. Hem sosyoloji hem de psikanalız, ınsanın fantezileri, hayalleri ve kurgularının yapısı hakkında gereğinden fazla yorumda bulunmuştur. İnsanlar arzularına kolayca kapıldığı için yalnızca kıtlığın bütün insan varlığının değişmez özelliği olduğu varsayılmaz, aynı zamanda bu ürünlere duydugumuz arzuların (sosyologlar bu arzuların yapay olarak geliştiğini kabul ederler) reklamcılık yoluyla beslendiği ve teşvik edildiği kapitalist koşullarda ürünlerin tanıtımıyla daha çok artacağı da varsayılır. Kısaca, yiyeceğe ihtiyacımız olabilir fakat çikolata isteğimizin sonsuz esnek bir niteliği olduğu varsayılır. Üstelik, çikolata takıntısı, belirli bir ihtiyacı karşılamaz, doğrudan doğruya esnek bir arzuya bağlıdır. Çikolataya istek duymak, eleştirel kuramcılar tarafından yapay ve sahte arzu gibi ele alınır çünkü doğal yapının bozulmasından kaynaklanır.
Küreselleşme, geleneksel paydaş işbirliği kavramlarını da yeni bir şekle sokmuştur. İlk üniversiteler münzevi kurumlardı, bilgi ve gerçek için tarafsız araştırmalara katılmak ve onlarla güçlü ortak bağlar kurmak soruşturulurdu. Araştırma ayrıcalığı, genellikle yoğun bir ortak kimlik ve ortak amaç anlayışı içinde sürerdi. Artık beşeri bilimler ve
Küreselcilik toplulukları kendi kimliğini yorumlamaya ve anlamaya zorlayan varsayımları çürütür. Sözgelimi, Kuzey Amerika'da yerli kabileler genellikle kendilerinden “Halk” olarak söz ettiler ya da kendilerine öyle dediler. Küreselleşme çağdaş toplumları (en fazla), büyük harflerle değil küçük harflerle “bir halk” ya da yalnızca “bazı insanlar” olduklarına inanmaya zorlar. Küreselleşmenin çelişkisi, yerelcilik (Jokalizm) ve yerelleşme (lokalizasyon) bilincine yakından ve kaçınılmaz şekilde bağıntılı olmasıdır. Yani, kültürün küreselleşmesi yerel âdetleri ve inançları tehdit eder ve bunlar kültürel bütünleşmenin birleştirici süreci içinde kaybolur. Yerelciliği savunma ihtiyacı, kültürel küreselciliğin etkisine, özellikle turizm ve çokuluslu yatırım gibi süreçler yoluyla bir yanıttır. Dolayısıyla, yerel bilgiyi, kültürü ve uygulamaları koruma girişimi, metinselliğe, yerelliğe ve yerel anlama antropolojik postmodernist ve yorumbilimsel bir vurgu ile ilişkilidir. Çabucak kültürel bir bağ kurar, kültürel egemenliğin ve direnisin politikasında değişime açık olan yönleri çok etkili yollarla gösterir.
Reklam
Baudrillard'ın en önemli tezi, muhtemelen çağdaş toplumun ve kültürün yalnızca benzetim (simülasyon) olduğu ve çağdaş toplumu destekleyen gerçeklerin, çağdaş toplumun simgesi olan reklam ve tanıtım kargaşası içinde uçup gittiğidir. Sözgelimi, çağdaş filmde, kurgusal sunumlar, belgesel görüntüler ve gerçek tarih genellikle gerçeklikle oyun arasındaki çizgiyi belirsizleştirecek şekilde harmanlanmıştır (Denzin, 1991). Reklam sektörü, sosyal bilimlerdeki reklamın gerçeğin bir benzetimi olduğu tartışmalarının elbette çok iyi farkındadır. Çağdaş reklamcılık çoğunlukla parodi kullanmanın bilincine varmıştır ve müşterilerine yaklaşımlarında özgönderimseldir. Hatta yeniyetme izleyiciler için meşrubat piyasasında rekabet, ağızla ilgili daha bile belirgin, kendilik bilinci olan, kendi hakkında düşünen cinsel görüntü yaratmıştır (Falk, 1994).