Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Türk Tarihinde İslamiyet

Turgut Akpınar

En Eski Türk Tarihinde İslamiyet Sözleri ve Alıntıları

En Eski Türk Tarihinde İslamiyet sözleri ve alıntılarını, en eski Türk Tarihinde İslamiyet kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bu konuda o kadar ileri gidenler vardır ki, havada bulunan, uçuşan sineklere, haşerata zarar verebilir diye, derin nefes almaktan korkanlara veya toprakta yaşayan hayvancıkları ezme korkusu ile bulunduğu yerleri terkedip yola çıkmaktan çe­kinenlere rastlandığı görülmektedir.
Sayfa 31 - Hindistan, JainizmKitabı okudu
"... Fakirlik bir fazilet değildir. Aksine Tanrının hidayet ve lütfundan mahrum olmanın bir işaretidir. Çalışmak ve bu yolla zengin olma ise Tanrının af ve mağfiretine nail olmanın en büyük göstergesidir. "Püriten mezhebi de "lş" karşısında Hıristiyanın durumunu aynı şekilde görmektedir. lki mezhebe göre de, her Hıristiyan Tanrının emirlerine harfiyyen riayet ettiği gibi, meslek ve işinin törelerine de riayet etmeli, uymalıdır. insanların, meslek ve işlerinde kendilerini tamamiyle unutarak çalışmaları ve servete ulaşmayı aramaları dini bir vecibedir".
Sayfa 37 - Kalvinizm ile PüritenizmKitabı okudu
Reklam
"Akledin" ayetlerini bu çerçevede degerlendirmek gerekir
"...Buna mukabil fıkıhta mesela bir kuyunun içine pis bir hayvan düşünce kaç kova su çıkarmakla (kuyunun) temizlenmiş olacağı, suların hangi hayvanların hangi ifrazatı (salgıları) ile pisleneceği, nelerin yenip yenmeyeceği, nelerin giyilip giyilmeyeceği... kenarı ipekle kıvrılmış cübbe, bir çubuğu yün, bir çubuğu ipek kumaştan elbise, kırmızı sarı veya siyah esvap (giysi) giymek, gümüş üzerine oturmak, burun silmek için mendil kullanmak, hatırlamak için parmağa iplik bağlamak, mühür kullanmak helal mıdır, haram mıdır, mekruh mudur? gibi hayatın ayrıntılı işlerine kadar müdahale edilerek hepsi dini esaslara bağlanmış ve fıkhın içine alın­mıştır."
Sayfa 39 - FıkıhKitabı okudu
Büyük abdestten sonra toprak veya taşla temizlenmenin şartlarını, uzun uzun anlatan bu din bilginlerinin, kolonya gibi bir maddeye pislik demelerindeki hayret verici çağdışı­lığın, insanı isyan ettirecek dereceye varmakta olduğunu bilmem kabul etmeyen var mıdır?
Türklerin Araplarla ilk temaslarında, lslamiyeti kendi ar­zularıyla benimsemeleri psikolojik nedenlerle de imkansız gibiydi. Zira Maveraünnehr prensleri istilacı Arap askerlerine "çapulcu" gözüyle bakıyorlardı. Gerçekten o sırada Arapların asıl amacının lslamiyeti yaymak değil, yağma ve çapulcu olduğu yerli ve yabancı uzmanlarca kabul edilmektedir.
İnsan yıllar boyu savaştığı bir ordunun zorla kabul ettirmek istediği bir dini nasıl sevip benimseyebilir? Esas itibariyle bu mümkün değildir.
Reklam
Ortaasya'da Araplarca hakimiyet altına alınmış ve İslamiyeti kabul etmiş görünen bir bölgede, evden eve dolaşarak ahaliyi namaza çağıran bir İmamın çoğu yerde taşa tutulduğundan bahsedilmektedir. Bu tipik olay bize, İslamiyetin bazı hallerde nasıl baskı sonucu, kerhen kabul edildiğini ayan beyan göstermektedir.
Bazılarının sandığı gibi, lslamiyetin kabulü, onun üstün ve mükemmel bir din olması nedeniyle Türklerce toptan ve kendi istekleriyle Müslümanlığa geçmeleri şeklinde olmamıştır.
lslamiyetin "askeri bir din" oluşu yani devamlı şekilde se­ferleri gerektirmesi (cihad), bunların ise pekçok ganimet getirmesi ile, Türklerin eski "yağma seferleri" arasındaki paralellik ve bunun insanlarda yarattığı sempati duygusu ve savaşlar sayesinde sağlanacak yararların heyecanı ve sevinci, dine karşı duyulan manevi bağlanma ve saygıya eklenmesi gereken bir "çekicilik" unsuru değil midir?
Türkler monoteist değil
Gök Tanrı, eski Türklerde "Tengriler Panteonunda"ki Tanrılardan sadece birisi belki en önemlisi idi o kadar.
Reklam
Türkler İslamiyeti kabule ya­naşmışlar ise de, bu dinin Türk boyları ve geniş kütleler arasında yayılması yine de ortodoks yani Sünni İslamiyetten ziyade heterodoks mahiyetteki çeşitli inançlar kanalıyla gerçekleşmiştir ... Vaktiyle Türklerin büyük çoğunluğu göçebe boylardan oluşuyordu. Onların doğrudan doğruya İslamın ortodoks şeklini yani "Yüksek İslamı" benimseyebilmeleri daha zordu. Halk, daha doğrusu onlar yerine, onların dilinden, gönlünden anlayan dini önderler, İslamiyeti kendi seviye düzeyleri ve eğilimleri yönünde değişikliğe uğratarak, bünyelerine uygun düşen bir hale sokmuşlardı ki buna "Halk İslamiyeti" denilmektedir. Halk İslamiyeti, görünüş ve şekildeki durum ne olursa olsun aslında Sünni İslam telakkisinin dışında ve hatta bazı açılardan karşısındadır.
Katip çelebi
"Bütün bu bid'atler halkın arasında bir töreye ve adete dayanır. Bir bid'at bir halkın arasında yerleşip oturduktan sonra artık Şeriatın beğendiğini buyurup, istemediğini yasaklamak işidir diye, halkı yasaklayıp ondan döndürmek arzusunda olmak büyük ahmaklık ve bilgisizliktir. Halk alışıp adet edindiği işi, eğer sünnet, eğer bid'attir, bırakmaz. Meğer elinde kılıç biri çıkıp da hepsini kılıçtan geçirsin .. Sünnete tam tamına riayet edip uymak istenirse hal müşkildir. Bu aykırılık zamanın ve mekanın başkalığından lazım gelir."
Yavuz Selim'in "Kızılbaş" denilen bu insanlara karşı güttüğü çok sert politika, acıma duygu­larımızı harekete getirmekte ise de Devletin varlığını sür­dürmek için başka bir çıkar yolun, o zaman için mümkün olabileceği de pek akla gelmemektedir. "Nizam-ı Alem için karındaşlarını" yok etmeyi Kanunnamelerine koymuş olan Osmanlılar, belki de üzelerek binlerce Alevi'yi kuyulara doldururken gözlerini kırpmamışlardır. Halbuki daha önceleri Osmanlı Devletinde heterodoks zümrelere, özellikle onların dini rehberleri olan Dervişlere, Dedelere, Babalara karşı takınılan tavır çok farklı idi. Hilmi Ziya Ülken'in 1921 yılında, "Vesaik-i Tarihiye Tasnif Encümeni"nde katip olarak çalışırken bulduğu, Orhan Gazi'ye ait bir vakfiyede bulunan, Bursa'nın zaptında büyük himmeti ve askeri coşturmak suretiyle zaferde katkısı olan heterodoks derviş Geyikli Baba'ya bir kısım arazi ile iki yük şarap ve iki yük rakı verilmesine dair kayıt, Sünni olduğu kabul edilen bir Osmanlı Sultanının dini yasaklara riayetinin derecesi ve bir heterodoks dervişe gösterdiği itibar açısından, son derece dikkat çekicidir.
Yağma, yağma nereye kadar..
Büyük Alman tarihçisi Leopold Ranke, Osmanlılarda savaşın, dinin ve devletin ana amacı olduğunu vurgular (...) iktisatçı Gustav Ruhland'ın ısrarla üzerinde durduğu husus, ganimet gelirinin ekonominin gelişmesinde, milletin refahında, esaslı, olumlu bir rol oynayamayacağıdır. Çünkü ekonomi, produktif, üretici (mal ve hizmet) faaliyetler sayesinde gelişir: ziraatte gittikçe daha iyi, ıslah edilmiş metodlarla, üretimin artırılması, denizcilik, nakliyecilik gibi hizmetlerin yaygınlaştırılması, sanayi ve zanaat ala­nında çok üretim ve bunların dışarıya satımı gibi. Halbuki ganimet mallarının belirli bir sınıf içinde, paylaşılıp ye­nilmesi, gelip geçici, arızi bir ferahlık sağlasa da bu, bir ülkenin tümüyle ekonomik refahını ve gelişimini sağlayan bir yol değildir. Ruhland'ın deyimiyle ganimetler "Soygun Geliri" idi. Bu yüzden de ekonomi açısından makbul, kendisine bel bağlanabilecek bir gelir çeşidi değildi.
Sayfa 107Kitabı okudu
Ramazan ayında hayatin nasıl adeta yarı felç olduğu, çalışma hayatının rölantiye girdiği daha doğrusu yavaş çekilmiş bir film haline geldiğini inkar edemeyiz. Uykusuzluk, ertesi günü işine geç gitme, hevessiz, isteksiz, soluk benizlerle çalışma, her şeyi Bayramdan sonraya bırakma vb. belki bizim gözümüze az çarpan fakat yabancılarca çok yadırganan ve şark gevşekliğine yenilerini ekleyen bir durumdur.
Sayfa 118Kitabı okudu
24 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.