Türkçülüğün Esasları

Ziya Gökalp

En Eski Türkçülüğün Esasları Sözleri ve Alıntıları

En Eski Türkçülüğün Esasları sözleri ve alıntılarını, en eski Türkçülüğün Esasları kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
“Memleketimizde vaktiyle dedeleri Arnavutluk’tan yahut Arabistan’dan gelmiş millettaşlarımız vardır. Bunları Türk terbiyesiyle büyümüş ve Türk mefkûresine çalışmayı itiyat etmiş görürsek, sair millettaşlarımızdan hiç tefrik etmemeliyiz. Yalnız saadet zamanında değil, felaket zamanında da bizden ayrılmayanları nasıl milliyetimizden hariç telâkki edebiliriz. Hususiyle bunlar arasında milletimize karşı büyük fedakârlıklar yapmış, Türklüğe büyük hizmetler ifa etmiş olanlar varsa, nasıl olur da bu fedakâr insanlara “ Siz Türk değilsiniz, ” diyebiliriz. Filhakika, atlarda şecere aramak lazımdır, çünkü bütün meziyetleri sevk-i tabiiye müstenit ve ırsi olan hayvanlarda da ırkın büyük ehemmiyeti vardır. İnsanlarda ise, ırkın içtimaî hasletlere hiçbir tesiri olmadığı için şecere aramak doğru değildir. Bunun aksini meslek ittihaz edersek, memleketimizdeki münevverlerin ve mücahitlerin bir çoğunu feda etmek iktiza edecektir. Bu hâl caiz olmadığından” Türk’üm” diyen her ferdi Türk tanımaktan; yalnız, Türklüğe hıyaneti görülenler varsa, cezalandırmaktan başka çare yoktur.”
“Camia hayatı, mahkûm kavimler için muzır olduğu derecede hâkim kavim için de zararlıdır. Buna kendi kavmimizden daha beliğ bir misal olamaz: Türkler, Osmanlı İmparatorluğu’nun müessisi iken, bu camianın vücuda getirdiği feodalizm içinde “raiyye” halini aldılar. Aynı zamanda, hayatlarını camiaya asker ve jandarma vazifelerini ifa etmekle geçirdiklerinden, irfanca ve iktisatça yükselmeye vakit bulamadılar. Diğer kavimler, Osmanlı camiasından irfanlı, medeniyetli ve zengin bir halde ayrılırken, zavallı Türkler ellerinde kırık bir kılıçla eski bir sabandan başka bir mirasa nail olamadılar.”
Reklam
“Milli vicdan nerede teşekkül etmişse, artık orası müstemleke (sömürge) olmak tehlikesinden ebediyen kurtulmuştur. Filhakika, bugün Milletler Cemiyeti, Almanya’yı bir müstemleke halinde Fransa’ya takdim etse, acaba Fransızlar bu hediyeyi kabule cesaret edebilirler mi? Macaristan’ı Romanya’nın, Bulgaristan’ı Yunanların mandası altına koymak istese bu iki devlet şu mandaları kabule yanaşabilir mi? Şüphesiz hayır! Çünkü mandater olmak isteyen bir devlet, mandası altına girecek memlekette kolayca hâkim olmak ister. Hâlbuki millî vicdanı uyanmış bir ülkeye kocaman ordular gönderilse bile, orada en küçük bir nüfuz kazanmak mümkün değildir. İngilizlerin Trakya ile İzmir’i Yunanların, Adana ve havalisini Fransızların, Antalya’yı İtalyanların mandası altına vermesi, İstanbul’u kendi eline geçirmek içindi. Bütün bu devletler, Anadolu’da milli vicdanın uyandığını, Yunan ordularının millî kıyam karşısında buz gibi eridiğini görünce bu ham sevdalardan vazgeçmeye başladılar. Amerika’nın ne Ermenistan’da ne de Türkiye’de manda kabulüne yanaşmaması da buralardaki milli vicdanın şiddetini görmesinden dolayıdır. Halbuki İngilizler ve Fransızlar, Arabistan’ı aralarında taksim etmekte hiçbir mahzur görmediler. Çünkü bütün aşiretleri cemîa hayatı yaşayan, şehirleri henüz cemiyet devresine gelmemiş olan Arabistan’da millî vicdanın henüz uyanmamış olduğunu biliyorlardı.”
“Türklerin bütün harpleri, daimî ve geniş bir sulh dairesi tesisi maksadıyladır. Bütün İlhanlık devirlerinde Mançurya’dan Macaristan’a kadar bütün Turan kıtası gayet mesut bir sulh ve asayiş hayatı yaşamıştır. Türk ilhanları, emperyalist de değillerdir. Çünkü yalnız Türk illerini birleştirmekle iktifa ediyorlar, başka milletlerin ülkelerini fethe çalışmıyorlardı. Hunların ilk ilhanı Mete’nin, Çin devleti 2 defa eline geçtiği halde, imparatorluğu kabulden imtina etmesi bu iddiamıza delildir. Sulh ahlâkını Attila’da bile görürüz. Attila’ya en muzaffer bulunduğu muharebeler esnasında, her ne vakit sulh teklif edilmişse derhâl teklifi kabul etmiştir”
Sayfa 148Kitabı okudu
“ Türklerin, gerek aile ahlâkında gerek rehtî ahlâkta ne kadar yüksek olduklarını yukarıki fasıllarda gördük Hâlihazırda Türkler, tamamıyla bu eski ahlâkı kaybetmişlerdir. İran ve Yunan medeniyetlerinin tesiriyle, kadınlar, esarete düşmüşler, hukukça dûn bir derekeye inmişlerdir. Türklerde milli hars mefkûresi doğunca, eski törelerin bu güzel kaidelerini hatırlamak ve diriltmek lazım gelmez miydi? İşte bu sebepledir ki, memleketimizdeki Türkçülük cereyanı doğar doğmaz, feminizm mefkûresi de beraber doğdu. Türkçülerin hem halkçı, hem de kadıncı olmaları, yalnız bu asrın bu iki mefkûreye kıymet vermesinden dolayı değildir; eski Türk hayatında demokrasi ile feminizmin iki başlıca esas olması da bu hususlarda büyük bir amildir. Başka milletler asrî medeniyete girmek için, mazilerinden uzaklaşmaya mecburdurlar. Hâlbuki Türklerin asrî medeniyete girmeleri için, yalnız eski mazilerine dönüp bakmaları kâfidir.”
Sayfa 161Kitabı okudu
O yıllarda İdâdi'de öğrencileri üç defa "Padişâhım çok yaşa!" diye bağırtmak usulü vardı. Çoğu yazarlar, dördüncü sınıf öğrencisi genç Ziya'nın bir gün " Milletim çok yaşa!" diye bağırdığını, bu yüzden soruşturma açılmışsa da, anlayışlı yöneticilerin bu sözü "Padişâhım, milletinle çok yaşa!"kılığına sokarak olayı örtbas ettiklerini yazmışlardır.
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.