18. yüzyıl, Osmanlı ülkesinde geri kalmışlığın bilincine varıldığı dönemdir. Avrupa savaş tekniği kadar sanayinin üstünlüğü de anlaşılmış ve bir ıslahat eğilimi uyanmıştır.
Baba İshak ayaklanması gibi göçebe ayaklanmaları ve yerleşen aşiretlerin yeni egemen guruplarının kendi çıkarları için çıkardıkları bu çeşitli hareketler, bütün ülkelerdeki köylü savaşlarında görüldüğü gibi, feodalleşmeden ekonomik zarar gören kitlelerin dini ve ütopik adaleti özleyen tutumdaki ayaklanmalarıdır ve yeni düzenin karşısında başarı gösteremeyeceklerdir.
Tanzimat başlangıcından beri eğitimde bir ikilik başlamıştır. Merkeziyetçi modern bir devlet, kendi ideolojisini aşılamak ve ihtiyacı olan kadroları yetiştirmek için vatandaşların din ve inanç farkını pek dikkate almayan ve laik eğitim veren bir eğitim sistemi kurmak zorundadır. Bu nedenle klasik dönemde (Enderun hariç) dini eğitimin egemen olduğu Osmanlı İmparatorluğu'nda laik niteliğe yakın modern eğitim veren okullar, dini eğitim kurumlarının yanında ve onların aleyhine yayılıp, gelişmeye başladılar. Osmanlı İmparatorluğu; tebaaya adaletin iki çeşit mahkemede (şer'i ve nizamî) iki ayrı sistemdeki kanunlarla dağıtıldığı, eğitimin iki tür okulda verildiği, bürokraside iki sınıf memurun yan yana bulunduğu (daha
doğrusu birbiriyle çalıştığı), iki tür dünya görüşünün birbiriyle çekiştiği bir sistem içinde ömrünü tamamladı. Bunun toplum hayatında yarattığı sancıları son nesil Osmanlı aydınları çektiler.