Türkan Saylan'la Söyleşiler

Yapıcılığın Gücü

Zehra İpşiroğlu

Sayfa Sayısına Göre Yapıcılığın Gücü Sözleri ve Alıntıları

Sayfa Sayısına Göre Yapıcılığın Gücü sözleri ve alıntılarını, sayfa sayısına göre Yapıcılığın Gücü kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Ne var ki, yaratıcı toplum yolunda çağdaş eğitim ve öğretime yaptığımız yatırımın sonuçları bizim alanımızda (tiyatro) hemen görünmüyor. Gene de bizlerle birlikte temelleri atılan bu yapı yükseliyor, bunu biliyorum. Çünkü çağdaş öğretim alanındaki arayışlar son yirmi yıldır giderek yoğunlaştı. Bugün dilediğimiz noktaya daha gelememiş bile olsak, temel sorunların bilincinde olan bir kesim var, bu göz ardı edilmeyecek derecede önemli bir olgu. Öte yandan, bu gelişme Türkan Saylan’ın altyapıda temel değişiklikler yapmayı ve olabildiğince çok sayıda insana ulaşmayı hedefleyen projelerinde olduğu gibi gözle görülecek kadar belirgin değil.
Bizim toplumumuz gibi feodal, ataerkil ve otoriter bir toplumda, toplumun hiyerarşik ve otoriter yapısından uzak kalarak, bütünüyle insancıl ve barışçıl bir yaşam alanı kurmaya çalışmanın ve bu doğrultuda adım adım yol almanın bir mucize olmadığını Türkan Saylan’ı tanıdıktan sonra gördüm. Çevresinde küçük büyük, genç yaşlı, erkek kadın herkese cesaret veren sevecen, özgün kişiliğinden, alçakgönüllülüğünden, sorunlara hemen ve hızlı çözüm üretmeye çalışan yapıcı düşüncelerinden ve pozitif enerjisinden sanırım kolay kolay etkilenmeyecek olan kimse yoktur.
Reklam
Dileğim kitabın temelini oluşturan yapıcılığın, okuyucuyu da kendi üzerinde düşünmeye çağırması. “Ben kimim, gücüm ve olanaklarım nedir, temel hakları savunma doğrultusunda ne yapabilirim, çağdaş ve demokratik bir yaşam alanının oluşmasına nasıl katkıda bulunabilirim?” sorularını kendine sorması. Çünkü bu kitapta önemle altı çizildiği gibi herkes ama herkes bir şeyler yapabilir, önemli olan, bunu yüreğimizin derinliklerinde duyarak, tüm benliğimizle istemek ve buna inanmak.
Nâzım Hikmet’in çok sevdiğim bir şiiri vardır: “Yapıcıyla Yapıcılar” … Yapı ustalarını anlatıyor, nasıl kan ter içinde çalıştıklarını, emek verme sürecinin ne büyük zorluklarla dolu olduğunu, ama tüm güçlüklere karşın yapının nasıl yavaş yavaş yükseldiğini. Gerçekten de insan tüm güçlüklere karşın nasıl gene de olumlu bir şeyler üretebiliyor? Umutsuzluğa kapılmadan, pes etmeden, kendini yıpratmadan yıkıcı güçlere karşı çıkma gücünü kendinde bulabiliyor?
“Bu doğru olmayabilir” duygusu bende çocukluğumdan beri vardır. Annem, babam ya da öğretmenim bile söylemiş olsa, doğru olmayabilir, benim bunu araştırmam gerekiyor, gerçeği kendim bulmalıyım duygusu. Aslında bunun herkeste olması gereken önemli bir duygu olduğunu düşünüyorum ama belki sizin de söylediğiniz gibi otoriter bir yapılanma içinde yeterince gelişemiyor. Evet, cüzam dalına el atmam da böyle başladı. Şimdi öyle bir şey ki, siz kimsenin el atmadığı bir konuya yönelince, içinizdeki hırs ve coşku “Ben bir şeyler yapabilirim” duygusu ister istemez daha da yoğunlaşıyor. Böylece bu işin içine girdim. Yapıcılıkta yalnız bir şeyi görme değil, aynı zamanda seçme de önemli. Ben neyi yapabilirim, neyi yapamam, olanaklarım nedir, sınırlarım nedir? İnsanın kendini tartarak kendisiyle hesaplaşması. Yaşamımda sanki dünyanın sorunları beni bulmuş gibi bir duyguya kapıldığım çok olmuştur. Ama insan zamanla bunların içinden bir seçim yapıyor, yapabileceği kadarında odaklaşıyor. Her şeyi yapamayacağıma göre, kendi gücümü ve olanaklarımı tartmam gerekiyor. Belki bir şeyi sevme, işe yarama duygusuyla başa baş gidiyor. İşe yaradığınızı düşündüğünüz anda, huzurlu oluyorsunuz. Yaşamdan tat alıyorsunuz. Bu öyle güzel bir şey ki, insanlar bunu bir keşfedebilseler!
Şimdi bize öğretilen bir tıp notasyonu var, bundan çok şey öğreniyorsunuz. Pozitif bilimin getirdiği bir şey bu, sorunu saptamak, yani teşhis koymak, çözüm bulmaya çalışmak, yani tedavi etmek, sonra sürekli gözetim, denetim, duruma göre tedaviyi değiştirmek. Böyle bir sistematiği var bunun. Yani bu hasta olunca da böyle, başka bir sorunla
Sayfa 23 - deKitabı okudu
Reklam
Yani durum ne olursa olsun, kurtulmanız gerekiyor, bir şekilde kurtulacaksınız. Böyle bir durumda kendime bir hedef koyuyorum ve hep o hedef doğrultusunda düşünüyorum. Neden bu benim başıma geldi diye ağlayıp sızlayarak kendime acımak değil de, şunu nasıl atlatabilirim duygusu. Yani etkin olma. Nasıl kurtulacağım, ne yapabilirim? Öyle doktor doktor taşınmam da, güvendiğim bir doktorun görüşünü alırım ve onun önerileri doğrultusunda bir şeyler yapmaya çalışırım. Hiç ukalalık yapmadan, rahatlıkla doktor rolünden hasta rolüne geçerek. Bel kemiği tüberkülozu olduğumda, on üç ay kımıldamadan yüzükoyun yatmam gerekti. Hiç ağlamadım, ahlayıp vahlamadım, o on üç ayı kendime göre değerlendirmeye çalıştım. Yüzükoyun yatarak, sadece kollarımı ve ellerimi kullanarak dikiş diker, nakış yapardım. Daha bebek olan çocuklarımın önüme oturtur, onlarla oynar, ilgilenir, masallar anlatır, mama verirdim. Bir de komşumuzun hasta bir çocuğu vardı, onunla da yemek yemesi için ilgilenirdim. Böylece kendimi oyalamaya çalışırdım. Doğal ki, böyle olunca insan kendini daha iyi duyuyor. Hastalık sonrasında da çok güç bir dönemim oldu, kaşlarım tutmuyordu, yürüyemez bir hale gelmiştim. Ama o dönemi de atlattım. Evet ben en güç dönemleri, sıkıntıları, hastalıkları, örneğin bu belkemiği hastalığını bir üniversite bitirme sınavı gibi yaşadım. O dönemde yaşadıklarım, gözlemlediklerim, örneğin insanlara daha çok zaman ayırmam, bunların hepsi bana bir şeyler kattı.
Sorun sistemi oturtmak. Öte yandan, otoriter bir yapılanmanın uzantısı olan kişi kültü, öncü konumunda olan kişilerin efsaneleştirilmesi bizim toplumda öylesine yerleşmiş ki sıradan insanla efsaneleştirilen arasında aşılması olanaksız bir uçurum açılıyor. Böylece de sıradan insan efsaneleştirdiği kişiyi göklere çıkarırken, kendini alabildiğine güçsüz ve küçük görüyor. Bence insanın kendine birini örnek alması ve o doğrultuda kendini geliştirmeye çalışması başka bir şey, onu tanrılaştırması başka bir şey. Bizim de olumlu örneklere çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Örneğin, ben Mustafa Kemal’i hep kendime örnek almışımdır. Ama onu düşündüğümde kendimi hiç de güçsüz duymuyorum, tam tersine. Öte yandan, onu tanrılaştırmak, soyut bir düzleme oturtarak kendimizden uzaklaştırmak anlamına geliyor. Buna da karşıyım.
Örneğin, sivil örgütlenmede olsun, politikada olsun sadece kendi kişisel çıkarlarını ön plana alarak kendilerine bir yer edinmeye çalışanlar zaman içinde yok olup gittiler. Ama buna karşılık yenileri geldiler. Şimdi Çağdaş Yaşam’ı örnek getirecek olursam, düşünün bir, bu dernek kurulduğundan bu yana ne kadar çok parti ya da sivil kuruluş kuruldu ve yok oldu ama Çağdaş Yaşam tüm yıpratma politikalarına karşın, dimdik ayakta kaldı. Bunun bir anlamı var değil mi?
Ama inanın ki ben Atatürk’ün hiçbir zaman insanüstü olduğunu düşünmedim. O da bizim gibi etli canlı bir insan. Yalnız gözünü dört açmış, kendini geliştiren, dünyaya açık ve aşırı duyarlı bir insan. Sürekli olarak yeni bir şeyler öğrenmeye ve kendini geliştirmeye çalışıyor. Yeteneklerini sonuna kadar kullanıyor. Dünyanın kitabını okuyor, yabancı dil öğreniyor. Bunları yapan insan sizden benden farklı biri değil. Kesinlikle değil. Yani hepimizde olan bir gizilgüç onda da var ama işte bu gizilgücü kullanmasını biliyor. En önemlisi özgüveni var. İnanın ki başım sıkıştığında, bir açmaza düştüğümde, kendimi çok çaresiz duyduğumda onu çok düşünmüşümdür, çünkü hiç yoktan bir şeyleri var edebilmiş bir insan. Bu hem çok şaşırtıcı, hem de çok özendirici bir şey. O zaman içimde bir duygu bana diyor ki: “Senin pes etmeye hiç hakkın yok”. Benim gözümde bu açıdan Atatürk özendirici ve kamçılayıcı bir örnek oluşturuyor. İsveç ya da Norveç gibi bir ülkede doğup yetişmiş olsaydık, böyle düşünmeyecektik belki de. Ama Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede yaşadığımıza göre, hepimizin sorumluluğu çok ama çok büyük. Dolayısıyla kendimizi geliştirmek de bu sorumluluğun başında geliyor.
43 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.