Yaz Sohbetleri

Hilmi Yavuz

Yaz Sohbetleri Gönderileri

Yaz Sohbetleri kitaplarını, Yaz Sohbetleri sözleri ve alıntılarını, Yaz Sohbetleri yazarlarını, Yaz Sohbetleri yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Hatta Cemil Meriç'le Sohbetler kitabında Halil Açıkgöz söylüyor, Cemil Meriç'in "Hilmi Yavuzların karşısında küçük bir hatam beni öldü- rebilir," ifadesinden bahsediyor. Siz çünkü kendinize göre bir eleştiri getiriyorsunuz kitaba. Cemil Hoca'nın istedigi şekilde bir eleştiri olmasa bile sizin o kitaba dikkat çekmiş olmanızdan dolayı sizinle tanışmak için size mektup gönderiyor. Siz şaşırmış mıydınız mektup geldiğinde? H.Y: "İrfanına itimat ettiğim birkaç insandan birisiniz," demişti. 1970 ya da 1972 yılında yazılmış olan bir mektup...
Sayfa 168Kitabı okudu
Ben bunu kaç defa yazdım, Tanzimať’tan bu yana Türkiye'de Asıl yönetim vesayetçi, despotik sistemlerdir. Demokrasiler hiçbir zaman, demokratik yönetim, asıl yönetim olmamıştır. ara rejimlerdir. Herkes bunun tersini söyler.
Sayfa 132Kitabı okudu
Reklam
Bir gün Select'te oturuluyor, 'Ceyhun '67 Haziran'ı falan, söz Yahya Kemal'den açıldı, adını vermeyeyim, demin saydığım arkadaşlardan biri, “Ne ahmak bir adammış Yahya Kemal," dedi. “Neden? Niye öyle söylüyorsun?" dedim. E.Y: Hocam bu arada o zaman sizde bir Yahya Kemal hay- ranlığı var mıydı? H.Y: Tabii var. Yahya Kemal'e Rubai'yi o sırada yazdım ben. E.Y: Tabii siz de kabul edemediniz böyle ağır bir eleştiriyi? Gerekçesini sordunuz. H.Y: Evet sordum, dedi ki; “Closerie des Lilas'da oturuyor, yan tarafında Lenin oturmuş, adamın haberi yok Lenin'den!" Yahya Kemal Paris'ten İstanbul'a 1912'de dönüyor. Devrime daha beş yıl var. Dedim, “Kaç yılında oluyor bu? Closerie des Lilas'da oturmuş dazlak, sakallı, çekik gözlü, etrafındakilerle heyecanla Rusça konuşan bir adam, nereden tanısın? Nereden hilsin Lenin olduğunu?"
Sayfa 111Kitabı okudu
H.Y: Ben öldükten sonra her yıl, bir hafta, beş gün, ne kadar olursa, Yahşi'ye gelin ve beni anın, “Hoca böyle bir şey söylemişti ne güzeldi, şurada denize girmişti, burada şöyle bir şey olmuştu." deyin. “Keder bahsi". E.Y: Keder bahsi, Yahya Kemal. H.Y: Gerçi işret halinde değiliz.
Büyük Reşit Paşa Caddesi, Aksaray'a giderken Laleli'de. Eczacılık Fakültesi'nin hemen arkasında dükkânı var Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın. Aziz Nesin'in, “dünyanın en büyük posta kutusu", dediği dükkân! Niye "en büyük posta kutusu" diyor, dükkân bomboş zaten! Fazıl Hüsnü geliyor, kepenkleri kaldırıyor, dükkânı açıyor ve kendisine gelen mektup, gazete ne varsa onları alıp gidiyor. Bazen de oturuyor, posta kutusunun içinde. Kendi kitaplarını koymuş. Zaten kendi kitapları bir kütüphaneyi ferade ferade doldurur. Neyse, Oktay, "Dağlarca'ya söyler misin?" dedi. O ağıt falan yazıyor. Daha önce Orhan Burian'a yazmış, Reşit Rahmetî Arat'a yazmış, Atatürk ağıtlarını bir yana bırakalım. “Peki, söylerim." dedim. Zaten oradan geçiyorum. Baktım Fazıl dükkânda. Posta kutusunda oturuyor. Girdim, “Merhaba üstad..." dedim. “Oktay Kurtböke’nin bir ricası var. Yarın haber olacak ama bir gün sonra yayımlamak için bir ağıt yazmanızı istiyor." “Olur, çok severim Orhan Kemal'i." dedi. "Ne zaman gelip alayım?" dedim. “Otur." dedi. En küçük bir hilafım yok. “Ustat ben eve gidiyorum." dedim. "Yok, otur şimdi hemen yazıp vereyim." dedi. Oturdum, gözlüğünü indirdi. Daktilosunun başına gecti ve yazmaya başladı. Yani, yarım saat ya-sürdü-ya sürmedi.
'Hear', işitmek işte. İşitmeyi biz niye bütün o öteki duyuları da kuşatacak bicimde 'duymak' anlamında kullanıyoruz?
Reklam
37 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.